11 Ocak 2010 Pazartesi

Ayy, herkes ölüyor.. Ne kadar banal!

Toz.. Sen.. Sanat.. DüşükSen toza dönecek..

Çoğu zaman "gerçek" dediğimiz, üç boyutlu, geniş, acıklı bir sıkışmışlık..

Bazı şeyleri fena halde yanlış öğreniyoruz. Mesela, kendimizi tam hissetmek için başka birinin, bir şeyin varlığına ve onayına duyduğumuz açgözlü iştah. Gerçekten var mı böyle bir şeye ithiyacımız? Eğer her birimiz Tanrı'nın kutsal nefesini taşıyan, yaratılmışların en şereflisi isek, içimizdeki tanrısal gücün farkına varıp hayata geçirmekten başka bir şeye ihtiyacımız olmaması gerekir. YEMİŞİM ELMANIN ÖTEKİ YARISINI!

Ortasında kendi çapında ufak bir bataklığı olan, balta girmemiş, pasaklı, bir orman olmalı bilinçaltımız..
Bilinçle arasında konik delikli bir kevgir; ve bilincin işgüzar hademeleri ellerinde süpürge, can sıkıcı ne varsa bu deliklerden aşağıya süpürüyorlar..
Bazen bir çiçek büyüyüp kafasını uzatıyor deliklerden,
bazen korkusu eskimiş bir hortlak elini, aniden..

Bir el atayım diyorum şu bilinçaltıma; çekidüzen vereyim ardiyeye..
Belki bir gıdıklamamla uyuyan aslanlar uyanacak;
belki de uyanan safi tedirginlik ve geçmişin ham yaşanmışlıkları olacak..
Bataklık eteklerime yapışırken ısrarcı bir sevgili gibi, biraz kinci;
kayıp hazinelerim gülümseyecek belki bir köşeden pas tutmayan, parlak, dolgun ve güzel inci..

'Gece, gündüzden önce yaratıldı'; ve ona yolu gözlenen bir misafir gibi geldi ışık.. Bizler de birer ışık kaynağıyız; o asıl ışıktan beslenen ve özünde O'na aşık.. Gecede, dostun aynasında seyret kendini; sönük bir meteor musun, bir yıldızcık mı, yoksa ay mı? Karanlık geceyi gündüze çevıren bir güneş misin yoksa, dolunay mı?

Akşamın hükmü yine.. O bildik, sancılı veda.. Kimsesizliğinde terk edilmiş çocuk şefkatiyle gözüm gibi bakarım, zamanın çatlak kovasından sızan anlarla beslenen hüzün çiçeklerine..

Ağzının tadını umursama, unut biraz.. Bak o zaman kendi kanından canına ne tadlar değecek..

Altın kaftanlı Güneş giderken gecenin koynunda yapayalnız bırakarak gümüşi geceliğiyle üşüyen Ay'ı..

Özlemek suyu özlemektir.. Derininde tutuşup kavrulmayan ne bilir özlemi! Cılız ateşlerimizin cılız özlemleri.. Su geliyor; ıslanıyoruz, deviniyoruz bir iki.. Yetmiyor.. Şekle sıkışmışlığın derin girintilerinde susuzluğun dinmeyen çığlığı.. Suya değilmiş özlem; "Su olmak"a imiş.. İşte bunu hiç bilemiyoruz, hiç anlayamıy...oruz.. Sadece "duy"abiliyoruz.. mu?Devamını Gör

Ölümün, kalın siyah çerçevesini yerleştirerek bakıyorum hayatın büyük şeyler vaadeden, şuh resmine; çoğu şey anlamsız şekiller olarak kalıyor gerçi ama istisnasız her şey haddini biliyor bu çerçeveyle..

Mütevazı sonsuzluğunu sayıya sığdırmışlığın yürüyen sancısı..

O bitmeyen biricik cümlenin yoruldukça kuytusu yasak bir anlamı en umarsız yerinden aşındıran ağırbaşlı ve bıkkın yükleminde..

Boşluğa düşen, -bırakın yılanı- yılanın zehirli diline bile sarılır..

Yakışıklı bir anlama soyunmak, yokluğun, cömertçe her yana çekiştirilebilirliğinde saklı ümit kılığına bürünmüş vesveseli hayaller girdabında.. O bir tek doğru yönü bulmak için değilse ne içindir bunca müsrif duyu, altının üstü kapılar..

Yol vaad eder.. Sevda var eder..

Güneş annem ışıkla emzirir beni.. Kıskanç Ay ablam gelin gider her akşam kocasız yüklenip ışıktan bohçasını..

Ütopyalar, bezgin kedilerin ulaşmaya takat biriktiremedikleri o uzak şatoların en yüksek raflarındaki iştah açıcı ciğerler olagelmişlerdir.. Nedense (?!) ;)

Ey yeryüzünün bakir anlamları, kimse size gözü kulağı oyulmuş bir zebani gözüyle bakamaz.. Sizin bulunduğunuz yerlere çamurlu ayaklarla, kesici parçalayıcı aletlerle girilmez bilirim.. Yar yüreği gibi yalnız sevgiliye açılan susamın sakladığı sırsınız..

Bir 'güzel şaşırmak' istiyorum..

Delebilseydim zamanı, bayrak gibi iliştirebilirdim ömrümü bir kenarından bu koşuşturmacaya..

Yolun sonundaki o kapkara noktaya bakmaktansa, kafamı yukarı kaldırıp göğe ve güneşe bakmayı seçiyorum.
Acelen yoksa yolun sonuna ulaşmak için,sen de bırak elinden o cetveli; olduğun yerde kal.
Havaya, daha çok havaya zıpla.1'den koparak 2'yi öğrendin.Geç bunları, geç 3'ün üçgenini, 5'in beşgenini, 7'nin çemberini, 8'in küpten hapishanesini.
Dokuzdaki küreyi gör.Unutma biz bu kürenin üstünde geziniyoruz, içinde değil.

Sevgi bir enerji doğurmuyorsa yalnızca sözdedir, sestedir.. O halde ayin yapar gibi kırk kere tekrar edelim "aşk" diye; ses de bir enerji değil mi sonuçta; kırklayınca belki bir kıcılcım çakar, tutuşur! Ee, sonra?! Sonrası iyilik, güzellik.. ;)

Duygu ve düşünceler de nadide çiçekler gibi; her iklimde, her coğrafyada, ha deyince bir anda yetişmiyor..
Sen bahçe bahçe çiçeklerini yetiştir de koparılmışsın, koparılmamışsın ne önemi var!
Suyun akıp yolunu bulduğu gibi kokular da akar, gider ve bulur yolunu..

"A" şıkkı, "Ş" şıkkı, "K" şıkkı; yokluk kuyu, insan kayıp, ümit çıkrık.. Hiç bir kuyu cadısı kanat uyduramıyorsa sana; Aşk bu sıkışmışlıktan en şık çıkış..

Uyku korsanları göründü.. Rüyalar ülkesine kaçırmak için geliyorlar tırım tırım.. Parmağımı bile kıpırdatmam savaşmak adına, ben gönüllü tutsağım..

Haydi herkes ortaya koysun en yok yanını,cömertçe,bir anlığına.
Kapatıp gözlerimizi çıkaralım buruşmuşluğun dehlizlerinden,
gerekirse yatıp saf ayağına;
Yığalım üstüste;endam görsün Himalayalar,
bu çukurun yanında nedir ki Marianna!
Merdiven olur iniş çıkışlara;
heves ve ukde kırıntıları bulaşık yokluğun iştahlı yutağına.
Haydi,daha çok var gelmesine ölümün;
sızarak yok olalım varolamayışın kızıl gölgeli sızlama damarlarına!


Her şey gölgesiyle birlikte geziniyor.. Karanlıkta bile.. Karanlık bile..

Allah, gözleri bir çift yaratmış, ama aynı hizada, aynı yöne bakacak şekilde..
Birbirini seyredecek şekilde yaratsaydı gözleri; korkarım insan,
kendisiyle gözgöze gelmekten, fırsat bulamazdı sevgiliye dahi ufacık bir bakış atmaya..

Bırakabildiğin her yerde bırakmak; soyunmak, eksilmeden azalmak gerek..
Kanatların nasıl yol bulacak çıkmaya, sırtında dururken hayat denen bu ağır küfe?
Çıplak bedeniyle yağmur altında hiç dans edemeyen kaç kişi var içinde?
Öyle bir soyun ki, merhameti bile uçmaya engel görüp, bir silkinişte atasın üzerinden, göğe yükselmeden önce..

Güneş'i bile süpüren bir güç var; "Koca dünya sezinliyor musun Yaradanı!"(Schiller)

Siss..mi..kim..

Rolling stones; yuvarlanan taş, yani Dünya.. Sürünün yüreği taşlamalı kalp masajı ister bazen.. Çıkarıp sapanları çocukluğun afacan heybesinden!

Her nefes sessiz bir evet yaşama, her lokma öpücüğe boğmak dünyayı..

Sesi en çok akşamüstleri bir dağ kertiği uzaklıktan duyulur döne gıcırdaya ömrümüzü törpüleyen Ay'ın..

Birinin gözünden düşerken bile, ne kadar yüksekten düştüğünüz önemli..

Saygı ve şükranla anmalıyız bu dünyanın gelmiş geçmiş bütün kahramanlarını, Prometelerini.
Bizler Şapkanın içinde rehavete kapılmış tavşan gibi uyuklarken, onlar, insanlık adına bilginin, acının, ateşin uçurumlarında dolanıp, dağlarını tırmandılar, okyanuslarını aştılar.
Onların cesaret ve inançla bizler için bulup getirdikleri bu cevherlere yapabileceğimiz en büyük hjkaret üzerlerine kendi cehaletimizin pis kokulu gölgesini yansıtmak olacaktır.

Acının en görsel, sevimli yüzü hüzün; tasa içindeki yüreği huzur beşiğinde sallayıp teselli eden, avuntusuz..
Biz her şeyden daha çok, geçirip zehirli dişlerini yorgun ve körpe bileklerimize,
esrik bir uykuya bulayarak, usanç uçurumlarına doğru sürükleyen melal köpeklerinden korkarız.

Tüm bu kulluk çabaları kıl gibi Sırat'ın üstünde cool takılabilmek için değilse ne!.

Bize bir taşla iki kuş vurmayı öğretiyorlar; bir sürü taşla bir sürü kuş.. Niye ki!? Taş yerinde ağır kalsa, güzelim kuşlar uçadursa..

Karanlığın kopkoyu olanı daha iyidir alaca olanından.. Urkütmez insanı hayaletlerin silik gölgesi, kabzedilmiş ışığın mahpus ayak sesi..

Şaşkın bir hayaletsem coğrafyanda gezinen, sıkıysa çimdik at da hayata değ(in)eyim..

Içimizdeki muallak ışığın güneşi de aşıp o mutlak ışığa avuç açan ağlak titreyişleri..
Omurgasını, ezelden ebede uzanan bu kopmaz kırılmaz ışığa dayamayanın, haz ve bela tekmeleriyle belini kıracaktır bu kalleş dünya..
.
Evrende, en küçük bir oluş dahi sonsuz sayıda yanlış ve sadece bir tek doğru evetle vuku bulurken; tüm varoluşu şaşkın bir rastlantı tanrısının yok ellerine bırakan evrimci düşünce ne komik, ne gafil bir sığlıktır..

Hani nerde benim kaptanımın o kutlu soluğu!?
Duyulan, gemisini yanlış limanlarda eskitmişliğin küflü kokusu..
Heyhat! Keşfedemezsin bu ütülmüşlükle uzak denizlerimi ;
istemem, batma derinliklerime de acıklı bir enkaz gibi..

Her bilinçaltı bir mezarlıktır kuşkusuz.. Ama kimisinden mezarlık çiçeklerinin kokusu yükselir; abartmadan, tam ayarında eşelenirse tabii..
Ancak ışıkla sağalır köhne bataklıklar da..
Bir başına karanlık, hortlaklı bir mezarlıkta eğleşmek istemeyenin yapabileceği en akıllıca şey güneşi çağırmak için tin tin doğuya doğru yürümek olacaktır.. ;)

Dilim susmadığına göre bir dinleyenim olsa gerek.. Konuşabildiğim sürece inanmam yalnızlığa..

Yağmur ve rüzgarın haşin dansı.. Bilir mi her damla düşeceği yeri.. Ben yağmur damlası olsam aşk için dökülen bir damla yaşta ısınmak isterdim..

SERMİN ÇALIŞKAN - OCAK 2010