28 Aralık 2009 Pazartesi

Z o n k l a m a ...

Fütursuz zonklamaların zonk dediği yerde heyy!

Konuş körpe umut, sus bunak us!

Sümük gibi üstümüze yapışan bir ölümsülük..

Er geç ölü yapacağını biliyorum da, umarım pişman bir ölü yapmaz beni bu hayat..

Kim açtıysa bir gün toplar bu bohçayı; seren dürer..

Bir damla kızıl göz yaşına bakar mora boyanması masmavi göğün..

Öyle çabuk geçiyorlar ki; 'an'layamıyorum anları..

Şu 'an' denen kaypak bücürü bi yakalarsam kafasını kıracağım, sandığını açacağım, altınını çalacağım; daha da hıncımı alamazsam anasını satacağım.. Ah bi yakalasam, ah!

Kalbim benim mi ki sana vereyim..

Aşk'ta sadakat, dürüstlük, fedakarlık, sağduyu aramayınız.. Zira aşk bir vecd halidir; vicdanlılık hali değil..

Çek o şuh oklarını üzerimden ey ışık, nem var elaleme gösterecek;
saklanacak yer arıyor bu bezgin ruh, köşe bucak gizlenerek..
Nerdeyse çatlatıp sesi ar damarından bir hırsız gibi içine süzülecek..

Ümidimin cılız serçe cesetleri çöreklendi yüreğime, ne sevda, ne çöl..
Değil mi ki bir damlacık aşkı çok gördün bana;
nasıl bakarsın yüzüme hala ey Gök;
çatla, yırtıl, delin, öl!

-Ki gözümün kapağıdır göğüm..

Ne giden yıllar acıtır canımı artık, ne gelmeyen gün..
Sen bile üvey evlat gibi kokuyorsun bana ey tutkunun alevi;
ister tutuş, ister sön!

Ah söylenmemiş şarkılarım benim!
öyle hızlı uzaklaşıyorsunuz ki benden; çaresi yok, sesim de benimle birlikte gidecek..
Bekleyeceksiniz söylenememiş şarkıların bekleme salonunda tek tek;
bir çift dudak ve dilinizden anlayan bir yürek sizi çağırana dek..

Olgun bir elma nasıl pat diye düşerse dalından; yer yemez bize de öğretti bu uğursuz bilgiyi; koparak düştük dünya denen yere, ah!, o cennet bağımızdan..

Yaşamak sanatçılığı odur ki gezdirir düşüncenin buzdan kanatlarını el ele verdirip yüreğin alazıyla; ılığın üzünç, tatsız, gri rengine bulamadan, gökyüzü kadar yüksek okyanus kadar derin mecralarda..

Aşksızlıktan üşüyen yüreği şehvetin ucuz ateşiyle ısıtmaya çalışmak; Duman, sızı, har, istimlak

"ist" ve "izm" ile başlayanları değil ama, sonu "ist" ve "izm" ile bitenleri sevmiyorum..

Sağlıklı ve becerikli bir iktidar olup, iyi niyetli kararları çalışkan ve şaşmaz bir yüreklilikle yürürlüğe koymak her zamanki kadar zor. İktidar konumunda olamayan herkesin, en azından kuru kuru b.k atmayı bırakıp, gerçek bir muhalefet olmayı becerebilmesi gerekiyor.. Şeytani medyanın bombardımanı altında ambale olmadan, iki gramlık beynini şuursuzluk kaosunda hepten kaybetmeden.. Zira, atı alanın sadece Üsküdar'ı değil bilumum karanlık arka bahçeleri aştığı; atının topuklarına bulaşan çamurları, beraberinde getirdiği o kirli havayı en el değmemiş yerlere bile bulaştırdığı tehlikeli bir dönemde yaşıyoruz.. Bilinçli ve uyanık olmaya her zamankinden daha çok ihtiyacımız var..
Medya başlı başına, bizim kanımızı emmekle kalmayıp onun yerine, bize, kendi istemlerinin uşağı/manyağı olmamızı sağlayacak suni usareleri enjekte etmek isteyenlerin en büyük, en amansız silahı.. Ve biz günde bilmem kaç vakit gönüllü olarak naçiz dimağlarımızı onların bombardımanına atış poligonu yapıyoruz.. Bizi istedikleri gibi şekillendiriyorlar, hamur gibi yoğuruyorlar.. Ne yaşamayı, ne de ölmeyi becerebilen, gizil bağımlı, yarı açık cezaevi tutsağı, acayip yaratıklara dönüşüyoruz.. Savaşlarımız kendi savaşlarımız değil, sevgilerimiz kabuk düzleminde.. Hislerimizle bağıntımız kopuyor; bir kaşık suda kopardığımız sahte fırtınalardan öyle bitkin düşüyoruz ki gerçek bir savaş vermeye gücümüz kalmıyor..

Uyanmak için sur'un üfürülmesini bekleyen yılgın cesetler gibi..

Zannetmeyin ki bir takım güç odakları sizi mutsuz, bağımlı, berbat ve şaşkın robotlar yapmak için özel bir çaba sarf ediyorlar. Yok öyle bir şey, kendinizi o kadar önemsemeyin. Onların yaptığı sadece ve sadece güç ve mutluluk oyunlarında kendilerine 'doğal olarak' baş rolü, geriye kalan büyük çoğunluğa da 'pek doğal olarak' figüran rolünü yüklemeleri.Az sayıda birilerinin 'efendi' kalabilmesi için çok sayıda birilerinin 'köle' kalması gerektiğine göre bunda şaşılacak bir şey yok! Tabii ki onlar sizin için kıllarını bile kıpırdatmazlar; bunu kendileri adına zevkle yapacak bol sayıda gönüllü, kıdemli, yetenekli ve azgın köleleri olduktan sonra!

İstersen dünyanın en yüksek, en güçlü kulesini yap.. Yapılan her kule er geç yıkılacaktır.. Hem kule ne kadar yüksekse yıkım da o denli yıpratıcı olacaktır.. Madem öyle, en azından, yerden uzaklaşma değil, gökle kucaklaşma olmalı kulelerimiz..


Öyle çok dolaştım ki cevher kılığına girmiş koflukların ortasında, artık her şey yanılgı gibi kokuyor..

Zihnim her şeyi anlıyor da, yüreğim anlamıyor laftan..

Zamanın görünmez bohçasına sarılarak gözden yiterken tüm yaşanmışlıklar; yalnız hisler/hissedilenler sonsuzluğun hışırdayan yalnızlığına kondurur şefkatli öpücüklerini ya da dağlayışı hançer tadında, sonsuzca..

Kararmak, bozarmak, ağarmak, morarmak, sararmak, kızarmak, yeşermek.. Hatta ışımak.. Bir "Mavi" ve "turuncu"ya kulp takamıyorum; yaşamın değerek değiştiremediği bir şeyler var bu aksta..

Yüzün çoğaldıkça, daralıyor içim..

Ben bu sesin gölgesine sığamam..

Kara(n)lığın usul usul akışı mıdır ak/şam..

Ak ışık ak ufuktan azıcık azıcık.. Günü savdık, ağrılı yaşamamışlık.. Göz güne düşman artık, geceye alışık..

Her koyun kendi bacağından asılmasın diye kestim bu bacakları ustam.. (Fena halde adil ve yufka yürekli psikopat)

İlişkilerde ideal olan çemberin çap uygunluğudur..
Dokunmanın en tatmin edici olanı ise çeperlerin üst üste örtüşmesi, birebir değmesidir.. Çapın küçükse karşındakinden; içerde kalır boğulursun.. Daha büyükse; dışarıda kalıp yalnızlık hisseden olursun..

Herkesin kanı kendi damarlarında geziniyor.. Kanına kulak ver, sana söyleyecekleri var.. çok 'içten' konuşacağından emin olabilirsin..

Eller yukarı! Kalpler dışarı! Dökün içinizi, dökün..Bakalım ne varmış şu duygu cepçiğinizde..

Aşk bombası üzerinde çalışıyorum; nerdeyse bitti bitecek..
Atınca insanlığın üzerine millet aşktan sevdadan geberecek..
Bi yan etkisi var ama; artık kimse istese de ölemeyecek..
Aşıklık maşukluk davası da kalkacak ortadan;
Aya ya da başka bir uyduya sepetlenecek..

Yüz yıl kadar önce, saygıdeğer bir arkadaş, "insana dair hic bir şey bize yabancı değildir" demiş.. Bugün, kendim, insanoğlunun akla hayale sığmaz hallerini gördükçe, acaba insanlık mı çok fazla dönüşüme uğradı yoksa bu söz gerçekten tüm bu varyasyonları kapsıyor muydu emin olamıyorum..

Her şeyin açılabilen bir perdesi olduğunu ve tüm perdelerin arkasında, ışığına gözümüz alışsın diye bunca perdeyi var eden safi güzelliğin bulunduğunu anladığında, artık hic bir şey duvar, son, yokluk veya anlamsızlık değildir..Gözüne dolan ışık gönlüne değmiyor mu? Illa elinle dokunman mı gerekir güneşe inanmak için?!

Katı, kara, batıl bir korkunun itekleyerek köşeye sıkıştırdığı, inanç kılığına girmiş; büzüşüklüğünde çığırtkan acizlikten korkarım..

Söylenmemiş söze,
söndürülemeyen köze,
uyandıran sese ve
aşkı başlatan hisse duyulur özlem..


Çocukluktan önceki büyük yaşsızlık..

Mutsuzluğun suskusu, acının türküsü, neşenin şarkısı, kavganın savaşı, derin bilgeliğin şiiri olur ancak..kafa karisikliginin corbasi, lafin salatasi ayrica.. Rakamlarin acı bilgisi..

Sayıya sığmışlıktaki acılık..

Yüreğim henüz kanatlanamasa da, olsun;
attım kancayı cennetteki elma ağacının kütüğüne,
şişirdim düşüncenin balonlarını; uçuyoruz..

Ihtiyaçları için alçalmayan bir kuş söyle bana, yanmak için odun istemeyen bir ateş..

Dünyanın çekirdeği 5000 derece sıcaklıkta kaynaşan demir ve nikelden oluşuyor; hani şu paranın yapıldığı madenler.. Yani dışından öyle soğuk ve sulu göründüğüne bakmayın, yüreği yanıyor dünyanın, 'para para' diye..

Yıkılabilesi her şey yıkıldığında, yıkıntıların altında ya da üstünde olan değil, geride kalan olmak..suya sabuna dokunmadan seyirci kalmak değil;
'yıkan, yıkılan, veya altında kalan' olabilesi niteliklerden beri olmak..

Nerede, neresinden ve neden kırılır ışığı yüreğin..
Nerede, neresinden ve neden kırılır yüreği ışığın..

Ateş ona derim, ki tutuşa yürekte, sönmeye
ne pis kokulu nefesiyle şeytanın, ne ağulu yellenmesiyle
yalaya yuta etrafta çer çöp yokolası ne varsa,
secde ede ede dönerek çevresinde o sönmeyen nurun;
"tek cevhersin inandım, kat beni varlığına" diye..

Sesme rüzgar, sesme! Gönlüm han değil..

Ayrı ayrıyken "göl ve çöl".. Bir aradayken yalnızca "göl"

Insan kendi iç sesinden yorulur mu, ben yoruldum hakikaten..
Hey işgüzar değirmen, sana söylüyorum, sus artık..
Alçalmayan kuşu, odun istemeyen ateşi, kırılmayan ışığı bulamadın;daha neyi öğütüyorsun, anlamadım ki! Beden çaresiz, yürek dilsiz, sen densiz! N'apıcam ben sizinle yaa!

Kefenin cebi yok ama ruhun var; jip sığmasa da, çip sığar.. Çipini ışıkla doldur; cebine kondur; ondan sonra saniyede 300.000 km gez, salın, dur..

Bunca su, bunca kuraklık.. Denizin ortasında susuzluktan ölür bir denizci..Deniz suyu içilmez, içildiğinde bir çeşit deliliğe sebep olur hatta, bildiğim kadarıyla.. Ufak bir teknede susuz kalan bir denizci bu; etrafında denizden başka su bulunmayan, ve gerçekten, fiziksel anlamda susuzluk çeken..

'Uyku' belki hatırlatan olur, ama deneyim kazandırmaz..


Yine akşam oldu; yavaş yavaş açılıyor siyah çarşafı göğün;
Ay Hanım arzı endam edecek.. Hem oynak hem vakur;
bütün gece yıldızlara ece gibi hükmedecek..
Gün görmemiş gecelik aşk halbuki!
Ne varsa bunda bu kadar böbürlenecek!..

'Ölüm'ün provası olmuyor.. Ne acıdır ki 'Yaşam'ın da..

Abuk subuk susturmayın beni be!

Bu sabah uyanır uyanmaz şunu düşündüm (aslında hep düşünüyorum ama bu sefer düşündüğümü hem gözlemledim, hem kayda aldım); bir gün farklı bir şekilde uyanacağım; hem yabancısı hem aidi olduğum bir yerde, yapayalnız, şaşkınlık ve ürkü dolu; büyük bir hatırlayışı unutmak istercesine; yaşamdan uyanıp, ölümden dirilmişçesine..

Ne tuhaf! Acıya bol bol bal katıyor beyaz eldivenli, bozkara eller..
Acı olan değil acı artık; balda saklı ağu..

Aşk yoksa, ışık ve renk de yok.. Rengarenk, pırıl pırıl bir hiçliği kim ne yapsın ki zaten..

Bu bol baharatlı, hafif acılı dünyanın yanında bir kaç kadeh şarap, rakı iyi gider kuşkusuz, ama sonrasında ballar balı cennet tatlısını yemek isteyenin bir seçim yapması gerekiyor; alkolün üstüne tatlı pek yakışmaz ne de olsa..

Ucu kaçmış ipleri, ahı gitmiş vahları, kullanılmamış minare kılıflarını, bir türlü zamanı gelmeyen saklanmış samanları, -hazır samanlığa uğramışken- bulunamayan iğneleri, iki gönül bir olduğu halde seyran olmayan samanlığın üçkağıdını TOPLAMA MERKEZI..

Sen bana mecbursun, ben değil! Işte bütün mesele bu.. Uyan da Jezabel'e gidelim..

Sonsuzlukla cilveleşen 0 ile 1 arası küsuratım.. Ama, ne kadar anlatırsam anlatayım, senin gözünde, ancak anladığın kadarım..

Yırtık bir ruh, şuursuz bir susku, tembel bir unutuş, acı bir kahkaha, düşkün bir gönülle nasıl giydirebilirim kış ortasında üşüye üşüye büzüşmüş bu bir yumrukluk yüreği..
Ya gön gibi sarıp sarmalayacak bir yürek,
ya karla birlikte küreyip atacak bir kürek..

Hadi bana gel, birlikte 'biz'e gidelim..

Içimizdeki uçsuz bucaksız ıssızlığı kovulmasız bir cennete çevirebilmenin tek yolu, en acıklı çabası; A ş k ..

Godot'yu bekler gibiyiz hepimiz.. Bekleyecek bir şey bulmak en kolay.. Beklemek de zor sayılmaz.. En zoru, hic bir şeyin beklenesi olmadığını bilen iç sesini susturmak, duymazdan gelebilmek.. Opsiyonsuz bir şimdiyle.. Evet, BEKLEMEK YANILGIDIR.. Bugün deftere değil, kitaba yazıyorum bunu..

Ölümüm düğünüm olmayacaksa neden öleyim!

Öyle bir ayart ki beni; 'an'dan sonrasını, senden başkasını düşünemeyeyim..

Yine striptize başladı dünyanın ruhunda devinen fahişe..
Soyunarak kat kat ışıktan giysilerini,
çıplak bedenini sunacak tüm 'gün'den geçmişlere..

Inanç giyilen bir şeydir;
Kimi bir şapka, bir yelek, bir hırka gibi giyinir inancını..
Kimi boydan boya bir elbise gibi..
Kimi teniymiş gibi giyinir; kimi de iç organlarını dahi giydirir inancıyla; tin gibi..

Suyun ateşe yürümesi, ah, bu saksıda çiçek..

Suyun çiçeğe, çiçeğin çalı çaırpıya dönüşmesi
Nur olur da toprakta yatar mı hiç
Bitki bile çiçeğiyle anlatır bu sırrı
Ister kopar, ister biç..

Bilimsel araştırmalar, yani bilgi gücü de sermaye piyasasının elinde olduğu için o bilgileri kendi güçlerine güç katmak için kullanıyorlar. Millete, aman ha gaz bile çıkarma doğayı kirletiyorsun, ozonu deliyorsun diyorlar; insanlar korkudan iyice sinip kafasını kuma gömünce de ebesini, dedesini beceriveriyorlar.. Açgözlü, hırs yumağı, şeytani zihniyet!Göz hizasında çözülebilecek sorunlar değil maalesef bunlar.. Oldukça yüksek bir yerlere çıkıp ordan bakmak gerekiyor meseleye.. Olayı "sınıf" zihniyetine dökmek bile bir taktik nitekim; eline taşı alan en yakınında şeytan bildiğinin kafasına fırlatıveriyor.. Yazık..

Kaç sur yırtındı.. Içinizde yüzyıllardır uyuyan prensesi ne zaman silkindireceksiniz!?
Sizi uyandırmaya(!) gelen prensler hep pek bi fena öpüyor, görmez misiniz?! Görmezsiniz tabii bu ağılı uyku, siz ki rüyada, nerden bileceksiniz..

Öyle uzun, öyle geniş, öyle derin unuttum ki artık silemeyeceğim..
Bırak eteğimi, malakları geç git; ben bu unutuşla öleceğim..

Güneşi yüklenmiş götürüyorlar, -şoparlar bile anlamadı daha- yüklenmiş götürüyorlar güneşi, yetişin! Soğuk, sussuz, ürkünç ve amansız askerleri zamanın..şaşırdım; anlamadı çocuk yüzümün afacan çingeneleri bile..

Dökülebilecek her şeyi dökmeliyim söze; içimde bir güneş var kocaman koskocaman söz dağının arkasına saklanmış..

Peki buzdağı meselini anlattım mı ben size;
Iç üşüten;üşüdükçe, üşüttükçe üzülen..
Kırım kırım kırılan evresi suyun
Sıcak sevgi yaşlarıyla öpüştükce
sızım sızım azalan yanı buzun..
Çoğalan denizim..

Bir yerde deniz varsa martılar da çok uzakta olamaz..

Su, suyla karıştığında hangi damla hangisiyle kucaklaşır bilinmez.. Su dilinde mülkiyetin lafı dahi edilmez..

Alırım elime dilimin kemiksiz iğnesini
başlarım eşelemeye tepesini sözün..
Ah bir kerecik görünüverse,
vallahi istemem astarını o yüzün..

Işte bundandır "herkes öldürür sevdiği şeyi"
Bazen tohum evresindeyken henüz..
Nerede görülmüş zorla bitirildiği bir çiçeğin
Eşelerken su, gübre verir, toprağını döndürürüz..

Sözcükler olsa olsa dedikodudur
Kokusuna dair vakti zamanında görülmüş çiçeğin..

Sussuzsun.. Susmazsın.. Akma su gibi biraz.. Sus uzun uzun zaman..

Ağzı bozuk bir zaman konuşuyor yokuş aşağı sen susunca..

Madem ki iki yarımıyız tek elmanın; yani ki bir elmayız hepi hepi;
yem olmadan kurtlara kuşlara, yuvarlanıp gidelim top gibi..

Bir "ol!" dedi ve var oldu yoktan koskoca kainat..
Nasıl inanmam gücüne sözün, kime nispet, neye inat!?

Aşk, darağacı ve şiir..
Issız gecenin öksüz çocukları gibi geziniryeryüzünde..
En çok hangisi öldürür yaşayanı,
Hangisi ölümüne ah çektirir?
iki, üç, bir ?

Aşk, balla beraber yediğimiz ölümcül zehirdir..
Ah o ne güzel, ne kutsal zehirdir o
Yeryemez bütün azalar sarhoş olur, delirir..


Ah sevgilim, sevgilim! Yeter ki tut artık, tut elimi; ayaklarım bilir gideceği yeri..

Love happens" Bir film adı.. "Aşk olur, vuku bulur" manasında.. Aşk hep "olmuş" demek ki, akılla fikirle, arzuyla "oldurulmamış".. E, o zaman aşk olsun!

Aşkta ne mutluluk, ne de ölüm vardır.. Hic bir kümenin alt kümesi olmayandır o.. Nemrut'un Tanrı'yı öldürmek için göğe fırlattığı oklar ne kadar etkili olabilirse Tanrı'yı öldürmekte, ölüm de ancak o kadar etkili olabilir aşkta.. Mutluluk mu!? Kim ne yapsın mutluluğu aşk varsa!..

Aşk her yerde, bir yere ötelenemez.. Biz onu görünmez değil, ancak kendimizi görmez kılanlarız..

Elmayı yedik, kovulduk cennetten. Düşüş o düşüş.. Hala düşüyoruz.. Ola ki bir aşk'a düşelim yol üstünde.. Başka türlü dinmez içimizdeki huzursuzluk, yol alma hissi uçurum aşağı, bu havai üşüyüş..

Söyleyin bakalım kaç tarafı vardır bir kürenin, yüzü kaç?!
Kaç bahar alır her tarafına dokunmak, kaç güz?
Işe bir yerlerden başladık ama -hepsi basbas bağırıyor; "açız, aç! –
değmedi hic bir şey tek bir noktanın canına dahi henüz..

Kendi kendini kucaklayabilen tek şey düşünce.. şimdi kendimi fena halde unutmalı mıyım hatırlayabilmek için adamakıllı..

Ellerimi arıyorum, ellerimi! Gören var mı, bulan, bir tutan?!

Sonu görünen her yol karanlık.. Cümleye yansıyan gölgesi noktanın.


Beynim fahişenin önde gideni, yüreğim bakir..
Kaknem bir kraliçe ruhum; orta malı bedenimi seyrediyor; hor, ve hakir..

Pek çoğumuz için geçerli bir durum;Beynin girip çıkmadığı yer yok; umursamaz, fütursuz, maymun iştahlı ve istediğini elde etmek için her şeyi yapabilecek, kendini dahi satabilecek bir karakterde; fahişenin teki işte!Yürek; kendi köşesinde utangaç, korkak, güdük çoğu zaman.. Azıcık hızlı çarpsa yüzü kızarıyor; tam teşekküllü bir bakire..Ruh gerçekten de kendini beğenmiş; büyüklüğüne, ölümsüzlüğüne, vazgeçilmezliğine hatta anlamdaki cevher olmasına güveniyor; varlığın diğer unsurlarını küçümseyip hor görüyor; hele ki bedeni..Bedense tam da söylediğim gibi orta malı işte! Cok fazla tutunulabilirlik taşıyor; maddenin en düşük doğası; fazlasıyla görünür, el altında.. Eline silahı alan ona istediğini yapabilir.. Gözü hep toprağa bakıyor.. Bir cesetten daha kimsesiz, daha orta malı bir şey olabilir mi?

Yanındayken bi dünya özlüyor bizi.. şaşıyor sıra.. Azrail tedirgin..
'Ne olacak şimdi, ne olacak ha?'.. Kimin umurunda, sevgilim..

Sevilenin yanı cennettir.. Dünyada kalanların özlemesi bundan.. Normalde öldükten sonra gidilen yerdir cennet; sıranın şaşması, Azrail'in şaşırması bundan..

Şiir canlı bir şeydir.. Kesinlikle! Bunu çok ciddi hissediyorum.. Büyülü sözcükler çakralarıma değiyor adeta; en çok da mavi, lacivert, mor.. Mosmor..

Neden kıskanayım ki ben seni başkalarından;
herkesi ayrı ayrı, istediğin kadar, bol bol sevebilirsin..
Oyle tümsekleri, çukurları var ki yüreğinin, o ilk kopuştan kalan;
ancak benim varlığımla örtüşebilirsin;
ben olmasam kimseler dolduramaz yerimi;
bunu sen de bilirsin, bilirsin de, bildiğini bilmezsin..

Kafesine aşık kuş, kuşundan yorulmuş kafes gibiyim..

"Oluş"la "ölüş" arasındaki o dört nokta kafamı karıştırıyor.. Geveze, rengarenk, yalancı oluş.. Ketum, karanlık, doğrucu ölüş.. şaşkın insan..Oluşun dört gözlü olanı.. Siyah gözlük takıyor o yüzden gözlerine bakamıyoruz.. Ancak biz gözümüzü kapadığımızda çıkarıyor gözlüğü o zamanda biz göremiyoruz..

Pazartesi beni kendi rengine boyayamaz.. Ama bu günün bu saatlerinde her şey biraz soğuk, sıkkın, meşakkatli ve zevksiz.. Bir Ay öpüşünü değdirip terk etmiş olmalı günün sabahını..
Ne virgül, ne iki nokta; kapkara tek noktayla bu ünlemler lekesi en zor çıkan!

Yok ellerim; bu yarım yamalak varoluştan utanıp saklanmış olmalılar bir yerlere..Belki de büyümeye gittiler benden habersiz.. Kocaman ellerimle kocaman sevebileyim diye dünyayı.. Sillesi de kocaman olacaktır haliyle; olsun..

Evet, silmek diye bir şey vardır; yazılmış bir sayfayı tekrar bomboş, apak bir sayfa yapabilirsin belki; Nasıl kazınacak peki; kalem her dudağını bastırdığında, öpüşlerin hissettirdiği sayfaya?Ey insan! Bedenden, akıldan, duygudan öte ruhsun sen..
Ne zaman bırakacaksın, her fırsatta seni terkedip ölüme doğru koşan fahişe bedenin eteklerini?!

Ölüm bile ölüşmek oluyor bölüşülünce..

Öleyaza yaza öğreniyoruz okumayı hayatı da..

"Amor Fati"(Kaderini Sev) der bir Latin deyimi.. Oysa sevmek ne kelime, her insan kaderine aşık doğar..Aşk derken her türlü seçeneğe rağmen ısrarla ve kati surette kaderimizin peşinden gidiyor olmamızı kastediyorum.. Yoksa elbette hepimizin olanlara isyan ettiği, hoşnut olmayıp soğuk kaldığı durumlar vardır.. Böyle durumlarda bile hoşnutsuz aşıklarıyız biz kaderin..

Aynı su
üzre ay öpüşü,
aşık ölüşü
dür, bu..

Ha ruh çekiliyor bedenden, ha akşam oluyor..
Işık tası boş kaldı göğün; her yerde hüzün..


Anlamdan sıkıldım, ama daha anlamlı bir şey yok..

Sanırım bir nehir yatağıyım en çok..

Noel Baba'ya ve O'nun içine hediyeler doldurduğu süslü çoraplara inanmıyorum..
Nail Dede ve O'nun yırtık, yamalı çorapları bu denli gerçekken..Yurdumun Nail Dedeleri tükenmez.. Hani o çilekeş, toprak kokan, günümüzün çok bilmiş veletlerinden daha çocuk, daha masum, nesli tükenmekte olan insan türü..

Her akşam ağrılı bir faaliyet içerde, en derinlerde..
Sondalama işlemi.. Her kuyudan seslenen acı bir su uğultusu; sizin orda buna hüzün mü diyorlar..Maden Tetkik Arama yerine bahçıvanlıkta ihtisaslaşmalı insan.. Belki değerli bir maden bulamazsın ama bahçe bahçe çiçeklerin olur.. O da olmazsa domates, patates, hıyar ekersin, ne biliim!


Açıp bir yumrukluk yüreğini, sarabiliyor musun bir avuçluk dünyayı? Budur işte, olay bu!..

Uyku geldi geceye ihanet vakti.. Kara gözü uyku bilmez geceye..

Iyi geceler gece..

Gün bizimle yürü..

Bazı halleri kelimesi kelimesine çevirmek dürüstlük olmaz; zira kelimelerin dışardan ve içerden görünüşü farklıdır.. Gönülden, mideden ve beyinden görünüşü de..

Ne kolaydır insanın derin, koyu, geniş, kötü kokulu karanlık enerjilere saplanması.. Eteğini kaptırmak gibi bataklığa.. Sen sadece bastığın yerdesin; nedendir doğmamış güneşlerin şüpheli günlerini düşünüp kara kurgunun gölgesine bulamamız günümüzü.. Adımımızı neden bataklığa doğru atmak.. Güzel kokan, aydınlık, hafif bir yol yoksa yakınlarda; olduğum yerde güneşin doğmasını beklemeyi daha akıllıca bulurum ben..Işık bütün kainatın en güzel özeti.. Ondan başka bir şeye ihtiyacımız yok; yüzüne ona çevir; bataklığı bile o kurutacaktır bilesin..

Hep bir yol ayrımındayım; sayısız yol uzanıyor her yönde.. Her yolun sonunda kara bir nokta.. iki gözümü siyaha yumup, gör gözümle ışığımı aranıyorum.. Ve en koyu aydınlığın olduğu yere sürüklüyorum bedenimi.. Alacakaranlık bir yol.. Ne güzel yol'um..

Ben uyursam Dünya dönmeyi unutabilir mi?! Sanırım bu şüpheyle de uyuyabilirim..

Gün aydın olsun! Işık olsun! Sabahı kutluyorum.. Benim bir canım var; baktım yerinde duruyor. Dünya dönmeyi unutmamış ben uyurken. Güneş de sözünü tutup gelmiş gündelik ziyaretine. Daha ne olsun, daha ne olsun.. Açın pencereleri açın aydınlık dolsun; ışık yüreğinizden öpecek..
Dünü yarını bilmeden, sadece anda devinen; yüzmenin o sonsuz hazzına tüm varlığını bırakıp aşk içinde mutlu mutlu salınan balıklar.. Onlar olmayı ve gerektiğinde bir oltaya takılıp ölmeyi biliyorlar.. Nefese bile ihtiyaçları yok.. Kendisine yanlış şeyler sorgulamayı öğreten huzursuz insandan başka herkes, her şey mutlu bence evrende.. Bir aslanın dişleri arasında can veren ceylan bile..

Düşünceye gelen her şey realiteye doğru yola çıkmış demektir.. Akla gelebilecek her şeyi deneyimleyecektir insanoğlu bu dünyada.. önemli olan neyle karşılaştığın değil; karşına çıkanlara nasıl bir yaklaşımla cevap verdiğin.. Küpünü neyle doldurduğun.. Aç da bir bak bakalım içine nasıl kokuyor, rengi, dokusu ne? "Toz toza dönecek"se sen kömür tozu değil, ışık tozu ol!

Alırken tek noktadan, az az, dengeli ve yavaş.. Verirken çok noktadan, bol bol, ayarında ve gür..

Akşam sabah kendi bedeninin etrafında pervane olan biri özgürlükten nasıl bahsedebilir.. Sürekli mızıldanan beden kaprisli bir sevgili gibi hep ister, hep emreder..
Onu bir zevk unsuruna dönüştürmek de mümkün tabii..Teknoloji sağolsun neler neler var..Tüm olanakları becerikli bir şekilde zorlarsanız mesela huysuz, buz gibi, çirkin bir frijidden podyum mankeni kıvamında arzulu bir aşifte çıkarabilirsiniz.. Yeter ki isteyin, yeter ki emredin.. Pardon ya siz köleydiniz, emretmeyi nereden bileceksiniz! Yeter ki beden sultanınız öyle istesin, öyle emretsin..

Bütün bağları kopardım.. Göbek bağımı bile.. Sonsuzlukta devinen hiçliğe yakın bir toz zerreciğiyim artık.. Ben bu kadar küçük, uzak, ipsiz sapsız ve ulaşılamazken bile beni, dalından elma koparır gibi tam kalbimden koparabilen bir güç.. Işte ben O'na Tanrı derim; ben O'na kul, ben O'na köle olurum..

Sudan mesele sayılanlar -doğru bakılınca- en kristalize güzelliklerdir bazen..

Grisi, akı yoktur büyünün; bütün büyüler karadır.

"Sol" Latince'de "Güneş" demek.. Gerçekten de bazılarının güneşi hep solda asılı durur.. Oysa sağı solu, önü arkası, yukarısı aşağısı yoktur bu altın topun.. "Sol lucet omnibus - Güneş herkes için parlıyor"..

Silmek bazen boyamaktır, kara çalmaktır hatta.. Ama silmek yok, silinmek yok mutlakta.. Düzlemsel bir yanılgı sadece..

Işığın kiri lekesi yok ama o bile giderken izini bırakıyor Ay'a ve yıldızlara.. Unutmayın, yok olmadım, hala varım diyor..

Hayat, ömrümüz bize, sadece bize verilmiş bir hediye.. Kendimizden sakınmadan, rafa kaldırmadan, tam kapsamıyla, korkusuzca yaşamalıyız onu.. Zira, kimsesiz çocuklara yeni elbiseler dikilmeyecek eskimiş ömürlerimizden..

Temizlemek mücbir;
çevreni, bedenini, niyetini,
içinde birikmişlerini, bir bir..
Zira, saklanan her şey
ya kök salar, ya zehir..

3 Aralık 2009 Perşembe

Cennette ayva vardı da, biz mi yemedik!

Mutlu olmak yok.. Kuyruğuna tutunmak var mutluluğun..٠·˙˙·٠•●♥۩۞۩

Kalem yazmış yazacağını.. Bizim yazmamız üstünden üstünden geçmek; zamanın sildiği mürekkebi tekrar kondurmak yerine.. 'Yaz'ar değiliz, 'oku'ruz.. Ilk emir de "OKU" değil miydi zaten..

Sevmek benim yeteneğim.. Sevgi benim cevherim.. Onu ortaya çıkarıp uzayın sonsuzluğuna yaymak için neden bir başkasına ihtiyacım olsun ki! şiir benim.. Başkaları olsa olsa ilham olur..

Cennetten bize atılmış ip gibidir din; kimi boynuna geçirip boğuluyormuş gibi hisseder ve kurtulmaya çalışır, kimi hic iplemeyip fırlatır atar, kimi de ona tutunarak cennete doğru yol alır..

Bugünlerde ölümü çok düşünüyorum.. Hep düşünüyorum.. ölmek ya da ölmemenin bir yolunu bulmak için değil, sadece anlamak için.. ölümün bizden bir şey sakladığı yok; ama boşuna yine de bütün bu çabalar biliyorum; dünyalı gözümüz ışığa muhtaç okuyabilmek için yazıları, siyahın üzerine siyahla yazılmış olanları seçemiyor..

Bu saatten sonra aşık olamam, olamam.. Olsam olsam aşk olurum ben..

Seni gidi Eros denen mitsel piç,
aşkın kaderini senin o titrek ellerinin
kaypak ayarına bırakır mıyım ben hiç!

Küçükken, kutlu nefesiyle üfürerek büyü/tür/ler/ken bizi Zamanın; Büyü/ydük.. Artık büyüdük..

Içinden doğru soyundu yılan; hacmi genişledi varlığın, haykırdı cevher; kabuklukta gezinen haşeredir yalan!

Inancı olmayanın sabrı yoktur.. Zira sabır inatla bekleyebilmek, oluşa tahammül göstermek değil; ümidederek, olacağını umarak ve bilerek, zevkle zamanın dolmasını beklemektir..Tohumun, kendi içindeki çiçeği severek, okşayarak uyandırması, büyütmesi; her ana kendi büyüsünde dokunup acelecilik etmemesi..

Kara, kapkara olmak zorunda ölüm; Başka hangi renk, hayatın dokuduğu onca rengarenk nakışı tek hamlede kapatabilir ki?!

Yaş iştir ellerinden tutmak ağısız bir nehrin..
Yurdu, kalıcı bir yuvası bile yoktur; göçmen kuşlardan daha gezgin..
Kendinden vere vere yol alır; tükendikçe bezgin..
Ya engin bir kuraklıkta yitirir kendini,
ya da altın ışıklarına tutunarak göçer, güneşin..

Hayattan tad almaksa niyetin kabuğu geçince dur orda; ye, iç, eğlen; tatlı tatlı özde devin.. Çekirdek savaşçılığı yoksa ruhunda kalırsın zaten; ne uğraşacaksın, dalacaksın derin derin!

Varınca kitabın ortalarına, gidişat az çok anlaşılıyor; Artık uysalca inanmak kolay, inatla ümit etmek daha zor..

Ruh ve heves gerek, bir çiçek gibi çekip koparmak için kendini gündelik hayatın o sıkkın ve ruhsuz bahçesinden..

Gitmek varsa bile, nereye;
Hışırdayan bir gölge bırakarak geriye..

Geceyi Ay'a bırakıyorum.. Uyku sarsın beni belalı, tutkun bir sevgili gibi.. Masum fakat sayıklamalı rüyalarımdan kıskanacak denli..

'Ayna ayna, söyle bana, var mı benden daha...' Dur ayna, dur! Vaz geçtim.. Once şu yüzümdeki çamurları sileyim; hatta senin gibi ardıma alıp sır yapayım onları, sen öyle bak bana.. ;))

Secde etmedi ve asi karanlığı terketti kutsal ışık!
Böyle tutuştu cehennemin ateşi;
ihanet kadar sıcak öfke kadar yılışık..

Içinde izdüşümü olmayan her pırıltı, değdiği yerde acıtır gerçeğini..

Ancak düşünce ve hislerimizle firar edebildiğimiz zindan; zaman..

Bağımlılığı olanın bağımsızlığı yoktur.

Ne kadar kapılsa da serseri rüzgara aşifte damlası yağmurun, oynak
Er geç düşecek yere, toprakla kucaklaşacak..

Kırılan gönüldür.. Kalp kırılmaz, etten, damardan..

Bütün evren söz olur, konuşur, eğer duyarsan.. Tek yalan söyleyebilense sensin, ey nahoş yetenekli insan!

Nereye gider bunca ses nereye?! ölüm denen uykuda katmer katmer gezinirken biz, Israfil derer mi sesi, 'Sur'u üfürmeye..

Öyle efsunlu bir şarkı ki zamanın okuduğu, fareli köyün kavalcısı gibi kendi dalgalarında boğulmaya çağıran.. Soyunup sonsuzluğumuzu ipine canbaz oluşumuz..

Her yedi adımda görünmez çeperlerine çarparken kısır, tasmalı duyarlılıklarım, algımı tam ortasından katlederek çemberin kenarlarından uzam ötesine kayıveren, pi sayısı kadar kırgınım, gerçeğe..

özlemin upuzun kolları; uzadıkça saramayan.. Derin, iç çektiren kokusu; uzaklaştıkça kesifleşen.. O acı/klı tadı; yedikçe acıktıran..

Bana bir gömleklik düş dokur musun güzel?
Güzül üşüyen yüreğime giydireceğim güzel güzel..

Ben sana aldırmadığımdan beri, neler neler alasın var bana da, aldırmıyorum..

Yaftalayın! Çekinmeyin..
Korkmadan yaftalayın!
Onu, bunu, şunu; her şeyi!
Yaftalamadan olmaz..
Sözünü dinletecek gerçek ise yaftalanmaya aldırmaz;
ceset gibi yığılıp kalmaz onca yaftanın altında;
kıpırdanışında cengaver bir hortlak kadar kararlı ve oyunbaz..

Insanlar arasında genel geçer başarının ne olduğunu gördüğümde tiksindim başarıdan..

Kalplerin öldüğü o günde, ölmesin diye kalbimiz..

Uykuda öldürdük "düş"ü; uykuda..

Küsünce toprağa ve göğe, altıdır duvarlar dört değil..

Kaybedecek hic bir şeyin yok, farkında mısın? Zaten sen kendin O ile 1 arasında gezinen bir küsuratsın; yok bile olamazsın, bir oldun mu ki!..

Iki olamasaydı kanadı güvercinin; o tek kanat korkmaz mıydı uçmaya...
Bayram size gelsin; ilaç gibi, özlenen sevgili gibi, vicdanı özgürleştiren bir borç ödeme, ferahlık duygusu gibi.. Yedi çakranızın kesiştiği yerde saklayacağınız bir ümit çipi; düşüncenizi ve gönlünüzü aydınlatan ışık gibi..

Yedikleri haltın usaresini değiştiremeyenler kendi damak dokusunu mu değiştiriyor, nedir!

Uçmayı öğrenene sırat ne gerek..

Sis bana kendini sevdirmeye başladı.. Dolunay da yok ama.. ;))

Gerçeğin acı olduğunu hangi şuur yoksunu söylemiş! Ballar balıdır gerçek, şuura bandığında..

Bütün zıt renkler öpüştüğünde kirli kirli gri kanıyor.. Cennet ve Cehennem kalmalı oldukları yerde; Bir'den çıkan her yol en az Iki'ye ayrılıyor..

Içinde yaşam barındıran hic bir şey meta olamaz.. "Countable, uncountable - sayılabilen, sayılamayan".. Sevgiyi kiloyla alamayacağımız gibi şişman ve zayıf iki bedeni toplayıp bölerek iki ideal beden elde edemeyiz.. Yani ömür sayılı, ama yaşam sonsuz..

Kainatta "her şey zıddıyla kaimdir" ve maalesef tüm insanlığın esenlik içinde, mutlu, eşit olması gibi bir durum söz konusu olamaz.. Bu tür genel esenlik teorileri gerçekleşemeyeceği gibi, gerçekleşmesi insanlığin mahvına sebep olacaktır. Zira amaç tekamül etmektir ve bu da ancak eşitsizlik ve ıstırap ortamında mümkündür.

Aslında temel kanunlar oldukça açık; yaşanan her şeyde bir anlam ve hayır var; hic bir şey tesadüf değil.. Herkes kendi gelişim sürecine en uygun hayatı yaşıyor; her olayın arkasında gizli güzel nedeni sezen ve kolaylaştıran olmamız gerekiyor. Insan kendini evrenin merkezi sanır; oysa değiliz; biz ağacın filizlenen kısmıyız; ve bu gelişmenin garantisi yok.. Her dal kurumadan yeşerecek, meyve verecek diye bir kesinlik yok.. Ve en önemlisi; bu gelişmenin en büyük engeli insanı robotlaştıran, hissizleştirip durgunlaştıran mekanik, monoton hayat.. Yeni gün bizi bir ileri noktaya taşıyıp ışığımızı bir nebze arttırmıyorsa ziyandayız demektir..
En zoru kendimize seyahat.. Once ne tohumu olduğumuzu anlamak, kendi kendinin bahçıvanı olmak; yeşertmek, çiçek, meyve, koku vermek insanın yolu..
Kurumamaya, çürümemeye, bozulmamaya çalışmak.. Ki bunlar ateşle temizlenir ancak..

Unutmak" nedir sence;yalnız üstünü örtmek.. Silmek, yok etmek değil; karanlığa gizlemek.. Eğer öyle olsaydı unuturdum her şeyi; hatırına acemi, gün görmemiş sevincin.. Aşkı da unuturdum; inan ki zor olmazdı.. Bekleyiş; gaddar ece cehennemi boylardı.

Gece şiiri çekiştirerek getiriyor kolundan.. Arkamı dönüp isteksizce uykuya gidiyorum..

Ah sesi kesilesi, obur Mide! Senin gurultuların bastıramasa da yardakçın endişenin vaveylası bastırıyor utangaç seslerini aklın ve yüreğin..

Kekeme serzenişlerle tükeniyor arka bahçeye bir suçlu gibi bırakılmış ömrümüz.. Gündelik hayatın korku dolu, şaşkın, yalaka köleleriyiz hepimiz!

Okyanus olmuş acılardan söz etme bana! Sen okyanus oldun mu ki!? Acının gücü özgül ağırlığındadır hem, hacminde değil! Geniş alanlara ve zamana yayılan da olsa olsa yaradır; emaresidir acının, kendisi değil..

Derin ümitsizliklerin iyimser kabullenişlere dönüştüğü anlar..

Öylesine ölümlüyüz ki! Ruhum acımayla dolu ihanet kokuyor..
Canıma canıma dokunuyor bu.. Kanım donuyor..

Ne çok gemi, ne kadar az su!
Aşk, merhamet, affediş, şefkat yüklü gemiler
gözyaşı nehirinden bana yüzmek dilerler..


Bu ne ters orantı, bu nasıl döngü! Biz büyüdükçe bozuluyor büyü!

Bulutlar yeryüzüne inmiş; ne sis, ne sis.. Hüznüme yol verdim; dökülsün artık, sözlerimden değil gözlerimden; sessiz.. Sessiz..

'Gül mü, kül mü' deseler, 'kül olmuş gül' derim ben.. Deremem..

Oyle çok baktım ki içime, gözüm karardı..
Oyle ters baktım ki içime, içimin gözü korktu; Gözüm karaydı.

Sesim çıkmadığında sanki susuyor muyum..

Yola çıktı geliyor yine akşamın atlıları.. Böyle tin tin gelir onlar; gece gibi ellerine fener yapıp Ay'ı abanmazlar en tenha yalnızlığına o uzak, o unutulmuş, o kimsesiz köyün..

Kim giydirdi bu giysiyi bana, kim!
Bir kez doğdum, her gün ölüyorum.
Yaşamak dedikleri ağrılı ruba..
Ya korkudan, ya kederden geberiyorum..

Gizem tutkusu, merak budur işte; Zühre denen afilli fahişenin bir iki sözcükle göğün en parlak yıldızına dönüşmesini kıskanmazsın da olayın nasılını merak edersin; yanıp tutuşursun o büyülü sözcükleri öğrenmek için.. Bir yere gideceğin de yoktur halbuki..

Gelişin bayram olamıyorsa bu ne bayram telaşı!

Ya geçmişin buruşuk, tozlu, köhnemiş dehlizlerine, ya da geleceğin serap gibi kandırarak oyalayan ufkuna tutarak harcarız ışığını şimdinin.. Böyle öğrenir olamadan solmayı sıska çiçekleri günün..

Matematikteki uzun ve karmaşık denklemler gibi hayat; Ne kadar bölümünü eksiksiz ve doğru yaptığının önemi yok; dikkatsizce yaptığın ufacık bir hata bütün sonucu değiştirebiliyor..Sana özel sunulan denklem kişisel kaderin olabilir; ama bunu çözmek veya çözememek kader değil..

Ah şu fütursuz tutunma, değme çabası..
Bu aşk falan olamaz;
olsa olsa aşkın yürekten ele ayağa düşmüş,
kendini bilmez, zavallı tebaası..

Alyuvarlan, akyuvarlan, kayna artık cılız kan! Sen bu karanlığı kucaklayıp boğamazsan, o olacak seni üşüterek kucaklayan..

Toprak olsa olsa kucak açar, yatak verir.. Gerisi suya kalmış..

Sanki tüm evren buhurur bedeninden; seni öpmek, en uzak gezegenin en yalnız küçük prensini kutsamak çiçeğinden..

Acıtırsan sen bendeki meleği, küser sana göklerdeki melekler..

Bomboş kalmak daha zor; gaz sancısı yapıyor çeperlerinde yüreğin.. Yüklenirim cengaverler gibi hüznümü, girerim kapılarından gecenin..

Sevgiyi almak ve vermek iki farklı beceri; bazılarının sevgi kanalları huni gibi koniktir; sevgilerini dışarıya çok kolay akıtırken kendilerine sunulanı almayı, sevilmeyi beceremezler.. Babasız kızlarda da böyledir biraz; çok çocuklu ailede sevgi ortaya konur; becerikli olanlar kanarlarken sevgiye beceriksiz olanlar babasız kızlar korosuna hazırlanır.. ;))

Ey asi ruhlar pek kıt görüşlü, hep tek yanlıydınız..
Suyu anlamakta kuru, ateşi bilmekte yaş kaldınız..
Güneş bile uyduluk ederken mürşidine; siz secde etmem deyip
iblis gibi, içinizdeki saklı kulu boğazladınız..

Ben akşamdan önce varsam geceye..

Ey Zaman! çirkin ellerini değdiremediğin, hoyrat okşayışlarının hazin izlerini bırakamadığın yüzlerimiz var, bilesin!

Gel suskunluk perdesi, ört bizi.. Gözeneklerinden geçemeyecek denli büyüsün söz.. Arada sızanlara sessizlik densin.. Bekleriz biz..

Aşk'ın uçmayı bilmesi; kanatlandırıp, dağlara, havalara uçurması; yüzme bilip denizler, okyanuslar aşırması elbette büyük beceri;peki toprağın altına girip ölü taklidi yapmayı biliyor mu!? ;))

Yaşlıdır karanlık.. Sonsuz yaşlılık.. Her dem yeni çocuklar doğuran ışık..

Asıl varoluş sebebimizi algılamak konusunda genel olarak derin yanılgılar içinde olduğumuzu düşünüyorum/hissediyorum/seziyorum..

Her şey konuşuyor kainatta, ıvır zıvır.. Sessizlik diye bir şey yok; sadece kulaklar sağır.. Duydum, sıfırı bile, gevezelik ederken fısır fısır..


Sana göz yumuyorum gece.. Bu suni şehir ışıkları gözlerini acıttığı için göz kırpıyorsun, fettanlıktan değil.. Yaşlandın, yoruldun galiba.. Işte bu yüzden göz yummalı sana..

Tarihin tozlu sayfalarında bekleye bekleye kurumuş öğretileri aşkla ıslatıp yumuşatmazsanız anlağın boğazına takılır..

'Sol', 'do' gibi ses vermeye başlarsa..

En titreyen yerinden koparırlar çiçeği.. Koparılmak mı, koparılma ihtimalini beklemek mi, yoksa koparıldıktan sonra solmaya başlamak mı en acı olan?

Kimse boş bir gemiye kaptanlık etmek istemez.. Geminin yüküdür ümit..

Gün, göz boyayan ışığını soyunsun, anlarız ne kadar aydınlık...hele...dur... Muzun kabuğunda ayağı kayıp düşsün zaman...yetti, aman...dır...
Bu kumsalda kumdan kaleler yapılır ancak; tohum ekmek beyhude...zarar, ziyan...dır..

Gece ve sis.. Kuyu gibi konuşan bir sessizlik.. Uykuyu beşiğe koyup ninnilerle büyütmece..

Tamam kalbim, ben susarım sen söyle, sen söyle!
Senden gelmeyen söz, söz sayılmaz ki zaten! Safi dedikodu; yok şöyle, yok böyle..

Sermin Çalışkan - Kasım 2009