19 Şubat 2010 Cuma

HİSROJEN

Hisrojen.. Koca bir bardak soğuk su iç tüm varlığının üstüne ey insan! Hislerinden başka sana ait hiç ama hiç bir şey yok bu dünyada, inan..

Prezantabl bir yanılgının etrafına örülmüş cevhersiz, rüküş hayatlarımız.. Söküp çıkarsak yanılgıyı, üstümüze yığılacak kokana anlamsızlığımız..

Bir gitmekle özetlenemezdi ki her şey.. Gönülsüzcesine geride kalmanın sevgili ayak izleriydik sanki.. Aymaz bir nehrin damarlarından sökerek çıkardığımız göz yaşlarıyla yıkardık aynasını anın.. Her adımın kal diyen suskun yangınını biraz da..

Uzak bir aryanın en suskun notasında, bilge bir duyarsızlıkla tepişiyordu gecenin kara korsanları.. Gün, ışıktan çarşafını gerip üzerlerine örtbas edene kadar topuklarına yürüyen arzunun dalgın nehirlerini..

Yoruldum bu şehirden.. Hoşnutsuz, aksi, yaşlı bir canavar gibi homurdanıyor gece gündüz.. Kendi hazımsızlık ağrısını kulağımıza kusan pasif agresif..

Tohumu ekip büyümesini beklemek kolay.. Sevdaya uygun bir yürek büyütebilmekte olay..

Öyle çok korkuyordu ki ölümden, unutmayı icat etti.. Bir diğeri daha çok korkuyordu; unutamadı; bütün ışıklar açık, hap alıp, titreyerek uykuya gidendi.. Bunlardan daha çok korkan biri vardı; büyüktü ölümün korkusu kendisinden bile; ölmeyi seçti. Sevdanın karasında gözlerini büyüten biri vardı ki; ancak o korkuyu da ölümü de yendi; ölümsüzlükle evlendi..

'BEN'e bakmıştım, 'SEN' de kimsiniz?! 'ÖTEKİ'nin beriki mi!? Ne kalabalık yer burası, ne çok bölünmüşlük..

Güneş'i hep Ay'a yakıştırırlar, bence yanlış; Ketum bir uydu irisiyle nasıl mümkün olsun aşka dalış! Soğuk, derin, okyanus gibi bir kraliçenin koynunda demlenmekle olur ancak bu ateşli kral için vuslat; murad alış..

Her gün yeni bir kumaş veriyor Zaman anne biz çocuklarına; kimi zaman üzerinde çiçekler kelebekler; bahar dalı gibi bir şey.. Kimi zaman geçmişin farelerinin didiklediği delik deşik, küflü, heder.. Hayatta dikiş tutturabilmek dedikleri işte bu; her kumaştan Kendine yakışanı biçip dikebilmek hüner..

Uçurum ağzı eğleşmesi; Dipsizliğine çakılmadır ki farz oldu bu sevişme.. Anla!, kaç sonsuz kere yırtılır bir damla..

Nazlı, asil, güzel ve hüzünlü; en az iki kere uzun sevilesi gelin gibidir kuğu.. Ama hiç uçarken resmedilenini görmedim.. Bir kuş olsam göz ve göl değil, kanatlarımda gök büyütsün isterdim beni..

Dövmeyiz evcil bir köpek gibi kuyruk sallayan bu ağrıyı biz, severiz..

Bugünün iş bilir, cengaver dedektiflerini yolluyorum geçmişin uzun ağrı kokan yıkıntı labirentlerine; ellerinde fotoğraflarla dönüyorlar; hep bir zindan görüntüsü; arkası dönük bir kadındır 'şimdi'; saçları, cebinde hücre anahtarlarını şıngırdatan hayalet kırması gönülsüz gardiyan bir 'geçmiş'in kollarına dolaşık..

Zaman bana, soğukkanlı pençelerine terk etmeyi öğretti, ayırt edebilmek için ölümlüleri, kendi nefesinden öte ses veren gürbüz çocuklar peydahlayabildiğimden beri..

Kaderin azmiyle yarıştırmak cılız istemlerimizi, ne haddimize.. Ne mümkün bir gemi yüklenip deryayı kendi sinesinde gezdire..


İçinde bulunduğumuz mucizenin büyüklüğü belki de bizi aptallaştıran; Kör edici aydınlık.. Neyse ki ışığın olduğu yerde ısı da vardır; eritip bir gün görmeye hükümlü kapaksızlığıyla bırakıverir gözümüzü yumduğumuz

Hayat yazıyor hep en baba şiirleri.. Yalnızca söze dökmek şairin yaptığı..

Haddini bilsin, bilmesin, sorun yok.. Zaten kimseye haddinden öteye yol yok..

Araf taklidi yapan biçare bir cehennem bu benimkisi.. Hafif, alerjik bir kaşıntı gibi sırnaşıyor beceriksiz alevleri.. Bir derin ağrım olmalı evet; ama kayıp.. Niye bulayım ki iyileştiremedikten sonra sarıp sarmalayıp..

Herkes sırtına atıp saklayarak yürüyor en sayrılı yönünü, hayat yolunda; en büyük düşünürlerin, en değerli beyinlerin bile yaşlandıkça, belleri büküldükçe ortaya çıkan kamburlukları var.. Umarım ölürüm bunamadan bir şekilde..

Yokluğunda aşkın, bir uçurumdur yuttuğun her nefeste..

İnsan ilişkileri, yani bağlantılar; Kimi pamuk ipliği gibi takılır; maymun iştahlı ufak ufak bağlanır; kopması da bağlanması kadar kolaydır.. Kimi kanca gibi asılır; değdiği yeri deler acıtır.. Halbuki en güzeli elini istekle sorar gibi uzatmak; gönüllü bir başka elle delişmeden, kopuşmadan tutuşmak..

Yeniden doğmak küllerinden.. Içinde bulunduğumuz realitede deneyimlenebilesi bir şey değil.. Kulağımız kül suskusunu duyamayacak denli sağırken; ve korkunun sıradağları yükselirken ateşle aramızda..

Duygu motifleri.. Kuruyup dalından düşmeden önce hep kırmızıyı özleyen bir yeşille başlanan dokunmaya..

Yürüme engelliye tekerlekli sandalye sağlayarak yardımcı olunuz, görme engelliye gücünüz yettiğince göz olunuz.. Hissetme engelliye hic bir şey yapamazsınız; ona sadece acıyınız..

Her şey seyir ediyor.. Ben de seyrediyorum..

Birilerinin doymak bilmeyen dipsiz kuyu gibi iştahlı nefslerinin ağız şapırtılarını dinlemek, iğrenç salyalarını seyretmek zorunda kalmak ne kadar ürkünç.. Yeterince yavuz bir hırsız olamadığın için, ucundan bucağından seni de koparıp koparıp yedikleri bir dünyada..

Mantıken, gücü ele geçirip, elinde tutmayı becerenlerin hep en açgözlü, en hırslı, en inatçı ve hükmetmeyi sevenler olduğunu; hükmeden olamayanın da hükmedilen olmaktan başka çaresinin olmayacağını düşünürsek; nasıl çıkarız bu işin içinden değneğin iki ucuna da değmeden..

Ara sıra uzaklaşıp hayata biraz dışardan bakıyorum ve öylesine şaşırıyorum ki insanlığın her şeyin cevabını bulmuş ve gayet aklı başındaymış gibi yapma tutkusuna.. Aşk, meşk lafta; hikayeden ibaret.. Herkes ölümüne korkuyor, ölümüne.. En çok da aç ve açıkta kalmaktan.. Tek gerçek bu.. Ve evet; çok acı..

Devam ediyor gibi görünen her şey nasıl da yalan; kusurlu algı ve hafızamızın bize oynadığı tuhaf bir oyun adeta.. Beyaz kurdelesini birikmiş yağmur sularında yıkayan o küçük kız bilge miydi dikey bir sonsuzlukta yitecek kadar..

Pırlantalar ve çiçekler.. Sevgililer günü yaklaşıyor; bakalım sevgi borsası ne kadar yükselecek.. Kırmızı gülden halılar üzerinde pırlantalar güreşecek.. Fiyakalı aşklar tavan yapacak.. Dikkat ettiniz mi, insan hariç hiç bir canlı varlık koparmıyor çiçekleri..

Zamanın ağır abileri; ölmeyen söz, ses ve ışık.. Hak ettikleri yeri bulamayıp aforoz edilmiş gibi küskün ve anlamsızca ortalıkta dolaşan sözcükleri, ışık eskilerini, çatlak sesleri katledip hevesli ve muzip hayaletler yapabilmeliydik oysa..

Yaşamak mıdır, yaşamamak mıdır bilemeyeceğim ama şu kendimi bildim bileli yaptığım şey pek yorucu..

Her gün, bir türlü aklanamayan suçlusu olduğumuz aynı hikaye yeniden başlıyor..

Ufak bir sis ve belirsizlik bulutunun nelere dönüşebileceğine dair ümit ve beklenti listemiz gün geçtikçe küçülüyorsa, bir şeyleri kendimize fena halde yanlış öğretiyoruz demektir..

Kovaladım bütün ümit ve heves kuşlarını; yine de konmuyor dalıma sevda denen kuş.. Kendini bilemeyişin şaşkınlık yollarında eğri büğrü, yatay büyümüş bir ağacım artık; sığamam yol boyu saksılara.. Taşıma sen de at artık sırtından beni ey beden asalet timsali berduş..

Çökelip kalmazdı inanın keder de, sızmazdı en ıssız derinliklerinize ağır ve bıkkın civa misali..
Tüyden hafif kanatları olsaydı sevinç gibi; hevesli taze, fingirdek, hercai..

İçimizdeki korkak ve zavallı ölümlünün şefkat ve anlayış dilenen mızıldanmalarını dinlemek de bir yere kadar! Yerselliğin tüm yüceltilmiş iyilik ve merhametini silkeleyip kanatlarından göksel vatanına uçmak ister saklımdaki kötü yola düşmüş sonsuzluk kızı..

Adalet denen bir şey var, hanginiz önce gelirse onun olacak; Azrail'den önce çal kapımı, sana vereyim canımı ey Aşk!

"Erdem"in, uzak, yüksek, ulaşılmazlık içinde unutulmuş, soğuk şatosundan kaçarak gizlice, şehir meydanında yakılan bayağılık ateşi çevresinde salındığı görülür; bekleyiş celladının elinde ümidin şüpheyle dolu can çekiştiği gece..

Bu utangaç hışırtı, bu fısıltılar.. Kara, kanatsız, kötürüm, bilge bir kuş mudur gece..

Dört başı mamur teorik bilgilerin iki boyutlu yazılmışlıklarının bir cılız gölgesi dahi düşmüyor koca ağızlı pratik yaşama.. Yani 'aşk' diyoruz, hayatın ruhu diyoruz; 'ha aşksız yaşam, ha ruhsuz ceset' biliyoruz da ne oluyor! Güneşe küskün tırtıl ömürlü kış gecesi yüreklerimiz..

Duygularım, düşüncelerim ne kadar benim? Hatta ben ne kadar kendiminim? Dillendirmeden henüz, hatta kendim bile dinlemeden; işiten, bilen var düşüncelerimi..

Ve bekareti bozuluyor zar kanatlı sessizliğin.. Çığlık! Giremeden gerdeğe..

Kopsun sabrın çelikten ipi..
Sönsün mucize..
Çürüsün tohum..
Hain bir kırağıyla üşüsün isterse cılız umudun, sayrı çiçekleri de..
Her şey geçermiş..
Geçsin..
Geçerim her şeyden ben de ..


Geriye doğru budanmaz artık zamanın okşadığı dallar..

3 Şubat 2010 Çarşamba

Külden öte, gülden ziyade..

Ne dağ, ne deniz, ne uçurum, ne ırmak;
İçinde sonsuz ışığı barındıran bir kara deliktir Aşk..
Ya tastamam girdabındasındır, ya da dışında;
"Her yer" nasıl "hic bir yer" olur, kolaydır anlamak..

Suya rağmen hep ateş, havaya rağmen hep toprak,
yaşama rağmen hep ölüm kazanıyor, neden?
Var mı bunca kargacık burgacık yaşamı bir su temizleyebilen, bir rüzgar süpüren?
Ancak ateşin, toprağın ve ölümün karasıdır çirkinlikleri örten.
Ve tüm bunlardan daha kara bir sevdadır
Ölümün, toprağın ve ateşin ötesine geçebilen.
Aşk olsun işte; sonsuz Aşk hey, sırf bu yüzden!

Huzuru çağrıştıran bir ümitsizlik ve ilençli bir hazla battığını görmek isterdim lafla yürüyen peynir gemilerinin..

Çokluk bulutlarının ardında, mutlak tekliğin eteklerine,
yokluk kılığında tutunarak kendinden geçen k u t l u s u s k u m u aranıyorum..
Bundandır; sesin çınladığı aciz yarımlıktan vebadan kaçar gibi kaçıyorum..

Hunharca üstüme çullanan ilham bulutlarına küfretmeyi öğrendim ebabilden..
Dökülsün artık kurtulayım arsız ve hırçın sözcüklerin vebalinden..

Başka gezegenlerin geniş ve uzun açmış çiçekleri,
ağlak ağlak sızmaya başlayan kokularını gönderemedikleri yerde,
istiflenmiş usturuplu çığlıklarını ulaştırıyorlardı uzak köşelere..
Işte buydu kutsal ulak kılan becerikli sesi,
küf kokmayan sızlanmalar şiirini incelikli..

Ne kolaydı 'her bir şey'in 'bir şeyler' olmadan önceki hali;
her duyguyu bende uyandırdığı en az bir kaç köşeli tadıyla tanırken..
Artık her şey gani gani aciz bir damakta;
şerbet böceğin becerikli ağzında değil,
böcek kaotik şerbetin ortasında yuvarlanmakta..

Ay aklandıkça ayaklanıyor yersiz sancı..

Boşluktan, üstümüze düşecek şekilde bırakılmış kocaman, dev gibi taşın gölgesinde; gözünün bebeğine kıt kanaat sürüştürdüğün unutuş boyasıyla; karanlığın eteklerine gömerek yüzünü, büzüşüp öylece kalmaktır bazen de hayat..

Tik tak, tik tak..
Hep aynı monoton tıngırtı canını sıkıyor bu kalp denen oyunbaz veledin..
Ona yeni eğlenceler, oyunlar bulmalı..
Hayat hep hüzünlü bir madrigal değil,
zaman zaman da alık, şapşal, boş fakat hareketli bir polka olmalı..

Giderken, yine gözümün kör ucunda uyuklayan bir ölümü işaret etti bana gün..
Toprak altındaki tohum gibi gecenin koynunda,
yıldızlı zıbınıyla demlenen yeni güne döndürdü yüzümü ürküm..
Uyuyabilirim artık, uyanmamışken henüz kaprisli gülüm;
benim çığırtkan ömrüm..

Doğrudur maskeler takıp dolaştığım çoğunlukla..
Başkalarını kandırmak, olduğumdan farklı görünmek için değil ama, asla;
kirlendiğinde maskem çirkinliğin kirli bakışlarıyla,
soyunmaya yüzüm olsun diyedir ışığın karşısında..

Küçük insanların küçük hesapları olur; yadırgamamak gerek..
Siz hiç bir pirenin eline kocaman bir kazmayı yakıştırabilir misiniz?
Olsa olsa hafif bir iğneyle kazar "yükte hafif pahada ağır"ların kuyusunu..
Ve, kemiği olmayan bir dil özellikle ne kadar da hafiftir, nasıl da yüksektir manevra kabiliyeti..

Fal, büyü sevmem, inanmam hatta.. Cinlere, perilere inanmadığımdan değil; her söyleyip yaptıklarının doğru ve iyi niyetli olduğuna inanmadığımdan..

Adres veriyorum; Sıfır (0)'ın yuvarlağının tam ortası; ama dış çeperlerine az da olsa bir olmak sanrısı, yaşamışlık bulaşık..

Nasıl ki görebilmem için gördüğüm şeyin gözbebeğime sığması gerekmiyor; anlayıp inanabilmem için de inandığım şeyin anlağıma sığmasını beklememeliyim..

Her zaman ağdaki kurban balık değilim;
Kimi zaman belasına aşık balığım..
Bazen de balığı tutarken kendinden tiksinen,
suçluluk duygusuyla dolu, delik deşik ağım..

Ne bir öncekinin bayat nefesi,
ne bir sonrakinin ham nefesi;
her an kendi can nefesini borçlu bana;
alırım, yapışıp ümüğüne Azrail gibi..

Bir sabah uyandığımızda kocaman bir böceğe dönüşmemiz gerekmez illa;
hayat bizi dönüştürüyor, an ben an, nefes be nefes..
Takılmış bir plak gibi yaşarken gölgelerimiz bizim yerimize hayatı,
ve ruhumuz bile zamanın uyuşturan uğultusuyla bezgin kendinden geçmişken,
içerde hummalı bir dönüşüm çalışması, hiç ayrımında olamadığımız..

Rutubetlidir biraz bütün yalnızlıklar..

Hangimiz satmıyoruz ki koparıp ruhumuzdan bir parçayı, cüzzamlılar gibi hissetmeksizin, zaman zaman.. Ama kime, ama neye..

"Dur ey zaman, ne güzelsin!" diyemiyorsam Faust'taki gibi; "Geç ey zaman, umrumda değilsin, ben senden daha güzelini arıyorum" da diyemez miyim yani!

Lambasını arayan cin..

Aşksız ve kupkuruydun; ipeğini esirgeyen b ö c e k gibi..

Gorgoların Medusa, zavallı ölümlü!

Ö l ü m.. Onun kara kuşundan daha öte ve derin uçan bir kuş tanımıyorum..

Z a m a n da yalnızlık içinde acı çekiyor olamaz mı!?
Belki bundan bu öfkeli uğultu, bu hızlı koşu..
Yeterince büyütebilirse ancak, yürek, sevgiden kanatlarını;
öksüz bir çocuk gibi şefkatle sarıp sarmalayabilir O'nu..

Anları nefes nefes içime çekerek ehlileştirebilecek güç var mı bende,
Z a m a n denen azgın katanayı..

Yutar beni de bu döngü ; Yutamadığım z a m a n..

Inci misin, boncuk mu!?

"Insan-ı Kamil"i mi soruyorsun;
darağacına götürüldüğünde şefkatle ipini sevip okşayan Mansur;
Nemrut tarafından ateşe atıldığında yardımına koşan Cebrail'e;'Eğer yardım Allah'tan değil de senden ise, o yardımı istemem" diyebilen Ibrahim'dir O..

Gök yıldız dolu ama gece uzun ve karanlık..
Güneş doğmadan nasıl batsın ki bunca yıldızcık..

Bir yılan gibi belimize, bileğimize, boynumuza sarılan; bazen bir patron, zorlu bir rakip, müşteri ya da en sevgili kılığında; bize zehirli dilini uzatan sinsi, soğuk, tehditkar bir gündelik yaşamın ne kadar kör ve unutkansak o kadar coşku ve korku dolu taşeron savaşçılarıyız işte!

Gün mü bana misafir, ben mi güne.. Hayta bir çocuk gibi çekip kulağından uzatamadığım..

İnsan içine çıkarılabilesi bir geçmişi, bir fotoğraf albümü, sıcak bir battaniye gibi yakınımızda tutar; el attıkça ısındığımızı düşünürüz.. Oysa soba borusunda biriken kurumlar gibi kat kat yapışmıştır geçmiş üşümüşlüklerimiz en işlek, en kullanışlı çeperlerimize..

Bir 'evet' kadar yakın, bir 'hayır' kadar uzak olması gerekirken..

Nehir gibi bir uykuyla uyusam..

Işığın yedi yüz evresi varmış; her evresinin adı da ışık..
Morun ve kırmızının ötesini göremeyene yediymiş renk..

Geçip göz ve kulak olmanın ağulu sancısını,
sonsuz öpüsünü sunan bir çift dudak,bir çiçek gibi tıpkı;
toprağın,suyun kucağında;ateşin insafına,rüzgarın kollarına bırakmak kendini.
Ve soyunmak yapraklarını en solgun öpücükte.
Kokusunu eskil bir delil gibi yanında taşıyan rüzgarın
sonsuzluğun kulağına sonsuzca fısıldadığı bir gül söylencesi,
ezgi ve aşk dolu bir ağıt olmak..

Gözüm, kulağım, aklım.. şu zavallı bilincim
Her şey meğer yalnızca bir öpücük içinmiş
Gelmeden ölüm, Azrail gibi öpeni görmeliyim
Ah ben bu kutlu öpücükle haz içinde,
kıvranarak ölmeliyim..

Bir şeyi en iyi ve kalıcı şekilde, beynimize ve/veya yüreğimize attığı çentiklerle öğreniriz..

Elbet tutunabilirsin sabrımın uzun kuyruklu tül ve ipekten farbasına..
Ama bir insan böylesi ağır işlemeli bir tuvaleti kaç gün taşıyabilir ki üstünde..

Önce suskunluğum gülsün, ben razıyım susmaya..

Damarından kanını çalar bu kansızlar adamın..

Sonundaki ölüm denen siyah noktanın gölgesiyle,
karanlık, acıklı, küçümsenesi bir şeye dönüşüyor hayat denen cümle..
Peki hem noktayı hem cümleyi ışığına boğacak aşk güneşi nerede?!
Ne zaman sabah olur bu coğrafyada,
kutsanır gecenin suskun kuytusunda en saklı hece!?

Bir gün bir "ıngaa!" diyerek başlarız ses çıkarmaya..
Arkasından çıkardığımız seslerin hesabını tutabilene aşk ola..

Bu dünyada, çirkefliğe karşı güzelliğin bitmeyen savaşında, güzellik tarafında yer alıp; kazanması için dökülen her damla kan, göz yaşı, ve hatta ter dahi kutsaldır.. Selam olsun her çağın ölümsüz sevgi, güzellik ve aşk savaşçılarına!.

Tıknefes duyguların cılız dereler gibi sinsi sinsi akıp yok oluşu sıradan bir dönemeçte..
Coşkun bir sel, afet gibi bir şey lazım ırgalamak için arsız kök salmışlığımızı
-ölüme doğru korkak ve şaşmaz adımlarla yol alan- gündelik hayata..

Bu hoyrat rüzgar pek feci savuruyor beyaz, kabarık, mini balerin etekli kar taneciklerini..
Yağmurun yıkayamadığı yeryüzü kirlenmişliğini beyazıyla örtmek ister bu masum kar..
Içinde sinsi kinin biriktirildiği sıcak küf kokulu sandıkları soğuk bir beyazlıkla ovma zamanı..

Nasıl yürünür bu ıssız hayat yolu, zift gibi kara ve inatçı bir sevdayla döşenmemişse..

Yürekler hiç paslanmasaydı da,
paslansaydı keşke pırlantalar da!

Pırlantalar ve silahlar; yani şehvet ve korku.. Ve onlara duyulan sapkın arzu; Canımızı, başımızı bonkörce verdiğimiz 'yüreksiz' savaşlar..

Yaşamışlıksızlığımız..Uzun, geniş, uykulu, sancılı yanılgımız bizim..


En son ne zaman biri; "Afferin!, dünyayı kurtardın, uzat boynunu madalya takıcam" dedi? Ee, ne kasıyosun o zaman!

Sırf ölüme küçümseyerek bakabilmek için bile değer aşka..

"Simya" bizim sürekli yaptığımız bir şey; insan organizması dediğimiz kimya fabrikası, dışardan aldığı bir takım kaba enerjileri, bir dizi karmaşık simyasal süreç vasıtasıyla ince enerjilere dönüştürür..

*** şu bir günlük hikayemiz bizim ***
Değil mi ki kısacık bir göz açıp kapamadır ömür;
görmezlikten gelsen bile hataları,
gerçeklere kocaman aç gözünü,
bir kez olsun cevheri gör..

Nasıl da haklıymış korkmakta Uranos öz be öz kendi çocuklarından..
Gözü kara bir Toprak Ana öldürtür ancak böylesi Gök Kocayı;
verip eline parlak çeliği oğlunun,
çıkardığı bağrından..

Bugün baharın kokusunu duydum havada..
Gökyüzü şuh bir yelloz gibi göz kırptı bir anlığına..
Ben hayatımın yitik renklerini aranırken aymaz bir yok oluşta,
umursamazca omuz silken minik bir kuş bile nasıl da sarhoş ve bilge, bu oluşta..

Ne bilelim.. Tanıtım filminde hiç böyle görünmüyordu..
Belgesel sanmıştık, meğer reklammış.. Gelmiş bulunduk..

Ölüp de toprağın altına girmedi Idris; 360 yıl yaşayıp sağsalim göğe yükseldi.. Yıldız bilimini ve dikişi ilk O öğrenmişti..
Astroloji bilgisi ve '360' yıl dünyada kalması da çok enteresan; 12 burç, 12 ev; pek çok yıldızın döngüsünü tamamladığı, özel bir göksel konumun yakalandığı bir an olsa gerek.. Ince hesaplar..

Insanlar niçin mi yüz estetiği yaptırırlar, ciltlerini gerdirirler; alın yazısını değiştirmek için olabilir mi, mesela!? ;))

'Her şey bir ölçüye göredir'.. Cevher saklı; yollar sayısız ve uzun.. Yuvarlağın her adımda genişleyen yanılgısı..
3,1414...14 devreden.. 22/7
çemberin son çeperinde, algının dişlerinin arasından boşluğa yuvarlanan doyurucu kaygan lokma.. ;)
Bu 7'nin dersi.. Bize 8'in, 9'un bilgisi de verilmiş; satürnik bir küp hapisanesinden müddetince yatıp sekiz duvardan birini kapı kılıp çıkabilen, 9'un küresinde sonsuz küçülüş ve büyümeyi (karadelik ve ışığı) deneyimler..

Ah ne yalansınız geveze sözcüklerim benim!
'Tüm yaratılmışlarının şerrinden Allah'ın tastamam kelimelerine sığınırım'.
Savulun kan ırmakları, değmeyin üstüme..
Saf mana sütüne susadı Veled-i kalbim

Zamansız kasabasının, az meltemli o uzak koyunda;
üzerimde uçuk tanrıça kıyafetleri tatlı düşler çağıldarken koynumda,
Neden uzanmıyorum bir ocakbaşı ılıklığına doygun ve dingin..
Nerde kaldı bu Apollo; lir sesi de duyulmadı hala..

Ruhuma dokunamayışın, cesedimde gezinen hoyrat ve obur gölgesi!
Beceriksiz ve güdük parmaklarını çek üzerimden ölü sevici!

Uyku bulutlarını öteliyorum göğümden,
bir kurpiyerin rulet masasını temizleyişi gibi artistik, deneyimli parmaklarla..
Bakalım kimler kazanmış, kimler kaybetmiş, kim götürmüş malı;
Tenimde sızı, sızımda tin kalmış; bilinçte, o susmayan tını..

Bugün dünyayı kurtaramadım yine..
Kendimi de kurtaramadım ya gerçi..
Günü kurtarsam o da yeterdi;
yakalamaya çalışırken son saati,
kuyruğunu dikip burun kıvırarak gitti o da,
hırlak, vahşi bir kedi misali..
Bu yenilgiyle nasıl karşılarım gelen günü..
Uyumalı; uykuyla avunmalı şimdi..

Gaia, Uranos, Erebos.. Nyks, Pontos, Kronos..
Aile içinde çekişme, ensest; eninde sonunda hep Khaos..
Es geçilmeyesi ipuçları da var lakin mitolojinin;
aşk tanrısı Eros'la aynı anda doğuverdi
ölüler ülkesinin en karanlık yeri Tartaros..

Rastlantı, kader, irade..Aynı düzlemde hissedilen benzer tesirlerin farklı yorumlanışı; böcek için rastlantı, örümcek için kader; ağı, örümcek ve böcekle birlikte süpüren insan için irade..
Tıpkı bu benzetmede olduğu gibi, dünya, şuurlanarak hayatında irade ve kaderi hakim kılamayıp rastlantının kollarında devinen insanlarla yani şuursuz deli makinelerle doludur.

Rastlantı kurbanı bir böcek, kaderinin ağlarını sabırla dokuyan bir örümcek, ya da irade sahibi insan.. Hepsi de sensin.. Peki hangisisin?!

Ben de bütünü kavrayamayan bahtsız bir böcek olsam
beni o koşullarda yaratan Tanrı'ya kinlenir,
olmadık atıflarda bulunurdum hiddetle..
Fersah fersah ötelerdeki cennet cehennem ne bağlardı beni;
ruhsuz canım bir kıymıklıkken böyle..
Beyinciğimden az semiz, minik, hain şeytancıklar yaratsın isterdim
kıyaslamak, dövüştürmek için şevkle..
Mazur görün çapsız, aciz bir böcekciğim işte;
yüce düşünceler, ilahi haller ne arasın bende..

Her şey bir bakış açısı sonuçta; dünya mı bizi taşıyor, yoksa biz mi dünyayı sırtımızda ?! Hatırlamıyorsan gönüllü olduğunu taşımaya; yoksa şayet bir vefa borcun da, kim tutar seni, at sırtından gitsin! Kurtul şu yaşlı kokanadan be yaa!

Insan olmak pimi çekilmiş bir bomba olmak değil de ne!
Tanrısal var oluşun en gölgeli, düşük seviyeli ve yan etkisi bol evresini yaşıyoruz..
Işığına, sonuna kadar güvenebileceğimiz tek sağlam şey şuur..

Bal rengi bir uykuya boyamanın vaktidir bu karanlık bahçeyi yıldızsız..
Rüyalar bu bahçenin çiçekleri; lütfen koparmayınız..

Insan başka bir tesirin etkisine girmedikçe bir tesirin etkisinden çıkamaz..
Ve ancak irade sahibi insan etkisine girmek istediği tesiri seçebilir..

Herkes hayatını incecik desenlerle örülü bir kilim gibi sevgi ve itinayla dokur..
Ama öyle hain cilveleri vardır ki kaderin;
gün gelir o güzelim, nazlı kilim, çamurlu hoyrat ayaklara paspas olur..

Sen her akşam Ay'la birlikte bizi, düştüğü sudan yeni çıkmış öksüz çocuklar gibi koyup gidiyorsun ya, alacağın olsun ey Güneş.. Ben kendime zaten ne işveli derim ne dişi; daha görmedim dağın arkasındaki yeşillikleri merak edip batmayacak ideal eş, bir er kişi..

Çoktan öldük belki ve yaşıyor taklidi yapıyoruz Yüce Süleyman gibi, dünya hamalı cinlerimiz uyanmasın diye.. Bir ağaç kurdunun son lokmasını bekliyoruz, tüm heybetimizle serilmek için yere..

At topuklarından başlıyor ölmeye.. Kuyu demem, Züleyha kıskanır.. Apartman boşluğu bir yalnızlık..

Bizim aşkı çağırışlarımız bir Eldorado, Neverland düşüydü;
Kuytu, kutsal bir tapınağın yamacında karşımıza çıkıp
kulağımıza hayatın sırrını fısıldayacak vahşi ve heybetli hayvandı aşk..
Bütün bavullar hazırdı.. Ve tırnağımızın ucuyla itebileceğimiz denli anlamsızdı aşksız hayat..
Lakin biz o uykudan hiç uyanmadık.. Yola bile düşmedik hiç..

Doğal füzyon(!); hep cesur, gözüpek savaşçılar ölüverirken bir canavarın kucağında;
ödlek ve sinsi canlar kalıyor geride sevdayı kucaklamaya..

Sen incisin! Sakınma, soyun kabuklarını..
Sonra nen var nen yok suya ver..
O eskitmez, eksiltmez, söndürmez ışığını;
olsa olsa arındırıp parlatır, temizleyerek çamurlarını..

Öyle büyüdü ki özlemin kolları, kaç güneş kucaklasam dolmaz..

Toprağın derinliklerindeki ince uzun solucanlar gibi kıpraşıyor insanlarda acının dili..
Ve söylenen avutucu sözler ancak rüzgarın minik otları ırgalaması denli etkili..

Hepimiz aynı bütünün görünmez bağlarla bağlı parçalarıyız..Yani "ben" "biz" dediğimiz varlığımız bile aynı ortak benliğin bize rastlayan duyarlılık noktalarıyız.. Aynı kocaman elektrik devresinin uçlarından tutuyoruz.. "Bilmek, hissetmek" bile böyle bir şey; aynı ortak denizin suyunu içiyoruz..

Tek farkımız çocukluktan, onca gün batımı görmüşlüğün ağır birikmiş, akışkan kederi..

Herkes, uyuşturarak unutturmayı kalın bir çarşaf gibi yedeğinde taşıyan kaba, katı, hantal gündelik hayatın acıttığı yerlerine ağlama duvarı.. Sızlama damarı..

Söze dökülemeyen uçucu haller, yaşama ihtimali olmayan prematüre bebekler gibi, kaygan hüzün eğrisini takip ederek, yok oluş değirmenine yollandı, bir kerecik alnından özlemle öpülememiş anlarla birlikte..

Akşamın, giderken sürttüğü eteklerinden dökülüyor keder..
Bir akşamüstü güneşle birlikte gitmeliyim ben de;
yarım kalmışlığın açık ağzında, sivri dişlerle öğütülmeden,
olmadan bu güdük, biçare ömrüm heder..

Gorgoların Medusa, zavallı ölümlü..

Sermin Çalışkan - Ocak 2010