28 Aralık 2009 Pazartesi

Z o n k l a m a ...

Fütursuz zonklamaların zonk dediği yerde heyy!

Konuş körpe umut, sus bunak us!

Sümük gibi üstümüze yapışan bir ölümsülük..

Er geç ölü yapacağını biliyorum da, umarım pişman bir ölü yapmaz beni bu hayat..

Kim açtıysa bir gün toplar bu bohçayı; seren dürer..

Bir damla kızıl göz yaşına bakar mora boyanması masmavi göğün..

Öyle çabuk geçiyorlar ki; 'an'layamıyorum anları..

Şu 'an' denen kaypak bücürü bi yakalarsam kafasını kıracağım, sandığını açacağım, altınını çalacağım; daha da hıncımı alamazsam anasını satacağım.. Ah bi yakalasam, ah!

Kalbim benim mi ki sana vereyim..

Aşk'ta sadakat, dürüstlük, fedakarlık, sağduyu aramayınız.. Zira aşk bir vecd halidir; vicdanlılık hali değil..

Çek o şuh oklarını üzerimden ey ışık, nem var elaleme gösterecek;
saklanacak yer arıyor bu bezgin ruh, köşe bucak gizlenerek..
Nerdeyse çatlatıp sesi ar damarından bir hırsız gibi içine süzülecek..

Ümidimin cılız serçe cesetleri çöreklendi yüreğime, ne sevda, ne çöl..
Değil mi ki bir damlacık aşkı çok gördün bana;
nasıl bakarsın yüzüme hala ey Gök;
çatla, yırtıl, delin, öl!

-Ki gözümün kapağıdır göğüm..

Ne giden yıllar acıtır canımı artık, ne gelmeyen gün..
Sen bile üvey evlat gibi kokuyorsun bana ey tutkunun alevi;
ister tutuş, ister sön!

Ah söylenmemiş şarkılarım benim!
öyle hızlı uzaklaşıyorsunuz ki benden; çaresi yok, sesim de benimle birlikte gidecek..
Bekleyeceksiniz söylenememiş şarkıların bekleme salonunda tek tek;
bir çift dudak ve dilinizden anlayan bir yürek sizi çağırana dek..

Olgun bir elma nasıl pat diye düşerse dalından; yer yemez bize de öğretti bu uğursuz bilgiyi; koparak düştük dünya denen yere, ah!, o cennet bağımızdan..

Yaşamak sanatçılığı odur ki gezdirir düşüncenin buzdan kanatlarını el ele verdirip yüreğin alazıyla; ılığın üzünç, tatsız, gri rengine bulamadan, gökyüzü kadar yüksek okyanus kadar derin mecralarda..

Aşksızlıktan üşüyen yüreği şehvetin ucuz ateşiyle ısıtmaya çalışmak; Duman, sızı, har, istimlak

"ist" ve "izm" ile başlayanları değil ama, sonu "ist" ve "izm" ile bitenleri sevmiyorum..

Sağlıklı ve becerikli bir iktidar olup, iyi niyetli kararları çalışkan ve şaşmaz bir yüreklilikle yürürlüğe koymak her zamanki kadar zor. İktidar konumunda olamayan herkesin, en azından kuru kuru b.k atmayı bırakıp, gerçek bir muhalefet olmayı becerebilmesi gerekiyor.. Şeytani medyanın bombardımanı altında ambale olmadan, iki gramlık beynini şuursuzluk kaosunda hepten kaybetmeden.. Zira, atı alanın sadece Üsküdar'ı değil bilumum karanlık arka bahçeleri aştığı; atının topuklarına bulaşan çamurları, beraberinde getirdiği o kirli havayı en el değmemiş yerlere bile bulaştırdığı tehlikeli bir dönemde yaşıyoruz.. Bilinçli ve uyanık olmaya her zamankinden daha çok ihtiyacımız var..
Medya başlı başına, bizim kanımızı emmekle kalmayıp onun yerine, bize, kendi istemlerinin uşağı/manyağı olmamızı sağlayacak suni usareleri enjekte etmek isteyenlerin en büyük, en amansız silahı.. Ve biz günde bilmem kaç vakit gönüllü olarak naçiz dimağlarımızı onların bombardımanına atış poligonu yapıyoruz.. Bizi istedikleri gibi şekillendiriyorlar, hamur gibi yoğuruyorlar.. Ne yaşamayı, ne de ölmeyi becerebilen, gizil bağımlı, yarı açık cezaevi tutsağı, acayip yaratıklara dönüşüyoruz.. Savaşlarımız kendi savaşlarımız değil, sevgilerimiz kabuk düzleminde.. Hislerimizle bağıntımız kopuyor; bir kaşık suda kopardığımız sahte fırtınalardan öyle bitkin düşüyoruz ki gerçek bir savaş vermeye gücümüz kalmıyor..

Uyanmak için sur'un üfürülmesini bekleyen yılgın cesetler gibi..

Zannetmeyin ki bir takım güç odakları sizi mutsuz, bağımlı, berbat ve şaşkın robotlar yapmak için özel bir çaba sarf ediyorlar. Yok öyle bir şey, kendinizi o kadar önemsemeyin. Onların yaptığı sadece ve sadece güç ve mutluluk oyunlarında kendilerine 'doğal olarak' baş rolü, geriye kalan büyük çoğunluğa da 'pek doğal olarak' figüran rolünü yüklemeleri.Az sayıda birilerinin 'efendi' kalabilmesi için çok sayıda birilerinin 'köle' kalması gerektiğine göre bunda şaşılacak bir şey yok! Tabii ki onlar sizin için kıllarını bile kıpırdatmazlar; bunu kendileri adına zevkle yapacak bol sayıda gönüllü, kıdemli, yetenekli ve azgın köleleri olduktan sonra!

İstersen dünyanın en yüksek, en güçlü kulesini yap.. Yapılan her kule er geç yıkılacaktır.. Hem kule ne kadar yüksekse yıkım da o denli yıpratıcı olacaktır.. Madem öyle, en azından, yerden uzaklaşma değil, gökle kucaklaşma olmalı kulelerimiz..


Öyle çok dolaştım ki cevher kılığına girmiş koflukların ortasında, artık her şey yanılgı gibi kokuyor..

Zihnim her şeyi anlıyor da, yüreğim anlamıyor laftan..

Zamanın görünmez bohçasına sarılarak gözden yiterken tüm yaşanmışlıklar; yalnız hisler/hissedilenler sonsuzluğun hışırdayan yalnızlığına kondurur şefkatli öpücüklerini ya da dağlayışı hançer tadında, sonsuzca..

Kararmak, bozarmak, ağarmak, morarmak, sararmak, kızarmak, yeşermek.. Hatta ışımak.. Bir "Mavi" ve "turuncu"ya kulp takamıyorum; yaşamın değerek değiştiremediği bir şeyler var bu aksta..

Yüzün çoğaldıkça, daralıyor içim..

Ben bu sesin gölgesine sığamam..

Kara(n)lığın usul usul akışı mıdır ak/şam..

Ak ışık ak ufuktan azıcık azıcık.. Günü savdık, ağrılı yaşamamışlık.. Göz güne düşman artık, geceye alışık..

Her koyun kendi bacağından asılmasın diye kestim bu bacakları ustam.. (Fena halde adil ve yufka yürekli psikopat)

İlişkilerde ideal olan çemberin çap uygunluğudur..
Dokunmanın en tatmin edici olanı ise çeperlerin üst üste örtüşmesi, birebir değmesidir.. Çapın küçükse karşındakinden; içerde kalır boğulursun.. Daha büyükse; dışarıda kalıp yalnızlık hisseden olursun..

Herkesin kanı kendi damarlarında geziniyor.. Kanına kulak ver, sana söyleyecekleri var.. çok 'içten' konuşacağından emin olabilirsin..

Eller yukarı! Kalpler dışarı! Dökün içinizi, dökün..Bakalım ne varmış şu duygu cepçiğinizde..

Aşk bombası üzerinde çalışıyorum; nerdeyse bitti bitecek..
Atınca insanlığın üzerine millet aşktan sevdadan geberecek..
Bi yan etkisi var ama; artık kimse istese de ölemeyecek..
Aşıklık maşukluk davası da kalkacak ortadan;
Aya ya da başka bir uyduya sepetlenecek..

Yüz yıl kadar önce, saygıdeğer bir arkadaş, "insana dair hic bir şey bize yabancı değildir" demiş.. Bugün, kendim, insanoğlunun akla hayale sığmaz hallerini gördükçe, acaba insanlık mı çok fazla dönüşüme uğradı yoksa bu söz gerçekten tüm bu varyasyonları kapsıyor muydu emin olamıyorum..

Her şeyin açılabilen bir perdesi olduğunu ve tüm perdelerin arkasında, ışığına gözümüz alışsın diye bunca perdeyi var eden safi güzelliğin bulunduğunu anladığında, artık hic bir şey duvar, son, yokluk veya anlamsızlık değildir..Gözüne dolan ışık gönlüne değmiyor mu? Illa elinle dokunman mı gerekir güneşe inanmak için?!

Katı, kara, batıl bir korkunun itekleyerek köşeye sıkıştırdığı, inanç kılığına girmiş; büzüşüklüğünde çığırtkan acizlikten korkarım..

Söylenmemiş söze,
söndürülemeyen köze,
uyandıran sese ve
aşkı başlatan hisse duyulur özlem..


Çocukluktan önceki büyük yaşsızlık..

Mutsuzluğun suskusu, acının türküsü, neşenin şarkısı, kavganın savaşı, derin bilgeliğin şiiri olur ancak..kafa karisikliginin corbasi, lafin salatasi ayrica.. Rakamlarin acı bilgisi..

Sayıya sığmışlıktaki acılık..

Yüreğim henüz kanatlanamasa da, olsun;
attım kancayı cennetteki elma ağacının kütüğüne,
şişirdim düşüncenin balonlarını; uçuyoruz..

Ihtiyaçları için alçalmayan bir kuş söyle bana, yanmak için odun istemeyen bir ateş..

Dünyanın çekirdeği 5000 derece sıcaklıkta kaynaşan demir ve nikelden oluşuyor; hani şu paranın yapıldığı madenler.. Yani dışından öyle soğuk ve sulu göründüğüne bakmayın, yüreği yanıyor dünyanın, 'para para' diye..

Yıkılabilesi her şey yıkıldığında, yıkıntıların altında ya da üstünde olan değil, geride kalan olmak..suya sabuna dokunmadan seyirci kalmak değil;
'yıkan, yıkılan, veya altında kalan' olabilesi niteliklerden beri olmak..

Nerede, neresinden ve neden kırılır ışığı yüreğin..
Nerede, neresinden ve neden kırılır yüreği ışığın..

Ateş ona derim, ki tutuşa yürekte, sönmeye
ne pis kokulu nefesiyle şeytanın, ne ağulu yellenmesiyle
yalaya yuta etrafta çer çöp yokolası ne varsa,
secde ede ede dönerek çevresinde o sönmeyen nurun;
"tek cevhersin inandım, kat beni varlığına" diye..

Sesme rüzgar, sesme! Gönlüm han değil..

Ayrı ayrıyken "göl ve çöl".. Bir aradayken yalnızca "göl"

Insan kendi iç sesinden yorulur mu, ben yoruldum hakikaten..
Hey işgüzar değirmen, sana söylüyorum, sus artık..
Alçalmayan kuşu, odun istemeyen ateşi, kırılmayan ışığı bulamadın;daha neyi öğütüyorsun, anlamadım ki! Beden çaresiz, yürek dilsiz, sen densiz! N'apıcam ben sizinle yaa!

Kefenin cebi yok ama ruhun var; jip sığmasa da, çip sığar.. Çipini ışıkla doldur; cebine kondur; ondan sonra saniyede 300.000 km gez, salın, dur..

Bunca su, bunca kuraklık.. Denizin ortasında susuzluktan ölür bir denizci..Deniz suyu içilmez, içildiğinde bir çeşit deliliğe sebep olur hatta, bildiğim kadarıyla.. Ufak bir teknede susuz kalan bir denizci bu; etrafında denizden başka su bulunmayan, ve gerçekten, fiziksel anlamda susuzluk çeken..

'Uyku' belki hatırlatan olur, ama deneyim kazandırmaz..


Yine akşam oldu; yavaş yavaş açılıyor siyah çarşafı göğün;
Ay Hanım arzı endam edecek.. Hem oynak hem vakur;
bütün gece yıldızlara ece gibi hükmedecek..
Gün görmemiş gecelik aşk halbuki!
Ne varsa bunda bu kadar böbürlenecek!..

'Ölüm'ün provası olmuyor.. Ne acıdır ki 'Yaşam'ın da..

Abuk subuk susturmayın beni be!

Bu sabah uyanır uyanmaz şunu düşündüm (aslında hep düşünüyorum ama bu sefer düşündüğümü hem gözlemledim, hem kayda aldım); bir gün farklı bir şekilde uyanacağım; hem yabancısı hem aidi olduğum bir yerde, yapayalnız, şaşkınlık ve ürkü dolu; büyük bir hatırlayışı unutmak istercesine; yaşamdan uyanıp, ölümden dirilmişçesine..

Ne tuhaf! Acıya bol bol bal katıyor beyaz eldivenli, bozkara eller..
Acı olan değil acı artık; balda saklı ağu..

Aşk yoksa, ışık ve renk de yok.. Rengarenk, pırıl pırıl bir hiçliği kim ne yapsın ki zaten..

Bu bol baharatlı, hafif acılı dünyanın yanında bir kaç kadeh şarap, rakı iyi gider kuşkusuz, ama sonrasında ballar balı cennet tatlısını yemek isteyenin bir seçim yapması gerekiyor; alkolün üstüne tatlı pek yakışmaz ne de olsa..

Ucu kaçmış ipleri, ahı gitmiş vahları, kullanılmamış minare kılıflarını, bir türlü zamanı gelmeyen saklanmış samanları, -hazır samanlığa uğramışken- bulunamayan iğneleri, iki gönül bir olduğu halde seyran olmayan samanlığın üçkağıdını TOPLAMA MERKEZI..

Sen bana mecbursun, ben değil! Işte bütün mesele bu.. Uyan da Jezabel'e gidelim..

Sonsuzlukla cilveleşen 0 ile 1 arası küsuratım.. Ama, ne kadar anlatırsam anlatayım, senin gözünde, ancak anladığın kadarım..

Yırtık bir ruh, şuursuz bir susku, tembel bir unutuş, acı bir kahkaha, düşkün bir gönülle nasıl giydirebilirim kış ortasında üşüye üşüye büzüşmüş bu bir yumrukluk yüreği..
Ya gön gibi sarıp sarmalayacak bir yürek,
ya karla birlikte küreyip atacak bir kürek..

Hadi bana gel, birlikte 'biz'e gidelim..

Içimizdeki uçsuz bucaksız ıssızlığı kovulmasız bir cennete çevirebilmenin tek yolu, en acıklı çabası; A ş k ..

Godot'yu bekler gibiyiz hepimiz.. Bekleyecek bir şey bulmak en kolay.. Beklemek de zor sayılmaz.. En zoru, hic bir şeyin beklenesi olmadığını bilen iç sesini susturmak, duymazdan gelebilmek.. Opsiyonsuz bir şimdiyle.. Evet, BEKLEMEK YANILGIDIR.. Bugün deftere değil, kitaba yazıyorum bunu..

Ölümüm düğünüm olmayacaksa neden öleyim!

Öyle bir ayart ki beni; 'an'dan sonrasını, senden başkasını düşünemeyeyim..

Yine striptize başladı dünyanın ruhunda devinen fahişe..
Soyunarak kat kat ışıktan giysilerini,
çıplak bedenini sunacak tüm 'gün'den geçmişlere..

Inanç giyilen bir şeydir;
Kimi bir şapka, bir yelek, bir hırka gibi giyinir inancını..
Kimi boydan boya bir elbise gibi..
Kimi teniymiş gibi giyinir; kimi de iç organlarını dahi giydirir inancıyla; tin gibi..

Suyun ateşe yürümesi, ah, bu saksıda çiçek..

Suyun çiçeğe, çiçeğin çalı çaırpıya dönüşmesi
Nur olur da toprakta yatar mı hiç
Bitki bile çiçeğiyle anlatır bu sırrı
Ister kopar, ister biç..

Bilimsel araştırmalar, yani bilgi gücü de sermaye piyasasının elinde olduğu için o bilgileri kendi güçlerine güç katmak için kullanıyorlar. Millete, aman ha gaz bile çıkarma doğayı kirletiyorsun, ozonu deliyorsun diyorlar; insanlar korkudan iyice sinip kafasını kuma gömünce de ebesini, dedesini beceriveriyorlar.. Açgözlü, hırs yumağı, şeytani zihniyet!Göz hizasında çözülebilecek sorunlar değil maalesef bunlar.. Oldukça yüksek bir yerlere çıkıp ordan bakmak gerekiyor meseleye.. Olayı "sınıf" zihniyetine dökmek bile bir taktik nitekim; eline taşı alan en yakınında şeytan bildiğinin kafasına fırlatıveriyor.. Yazık..

Kaç sur yırtındı.. Içinizde yüzyıllardır uyuyan prensesi ne zaman silkindireceksiniz!?
Sizi uyandırmaya(!) gelen prensler hep pek bi fena öpüyor, görmez misiniz?! Görmezsiniz tabii bu ağılı uyku, siz ki rüyada, nerden bileceksiniz..

Öyle uzun, öyle geniş, öyle derin unuttum ki artık silemeyeceğim..
Bırak eteğimi, malakları geç git; ben bu unutuşla öleceğim..

Güneşi yüklenmiş götürüyorlar, -şoparlar bile anlamadı daha- yüklenmiş götürüyorlar güneşi, yetişin! Soğuk, sussuz, ürkünç ve amansız askerleri zamanın..şaşırdım; anlamadı çocuk yüzümün afacan çingeneleri bile..

Dökülebilecek her şeyi dökmeliyim söze; içimde bir güneş var kocaman koskocaman söz dağının arkasına saklanmış..

Peki buzdağı meselini anlattım mı ben size;
Iç üşüten;üşüdükçe, üşüttükçe üzülen..
Kırım kırım kırılan evresi suyun
Sıcak sevgi yaşlarıyla öpüştükce
sızım sızım azalan yanı buzun..
Çoğalan denizim..

Bir yerde deniz varsa martılar da çok uzakta olamaz..

Su, suyla karıştığında hangi damla hangisiyle kucaklaşır bilinmez.. Su dilinde mülkiyetin lafı dahi edilmez..

Alırım elime dilimin kemiksiz iğnesini
başlarım eşelemeye tepesini sözün..
Ah bir kerecik görünüverse,
vallahi istemem astarını o yüzün..

Işte bundandır "herkes öldürür sevdiği şeyi"
Bazen tohum evresindeyken henüz..
Nerede görülmüş zorla bitirildiği bir çiçeğin
Eşelerken su, gübre verir, toprağını döndürürüz..

Sözcükler olsa olsa dedikodudur
Kokusuna dair vakti zamanında görülmüş çiçeğin..

Sussuzsun.. Susmazsın.. Akma su gibi biraz.. Sus uzun uzun zaman..

Ağzı bozuk bir zaman konuşuyor yokuş aşağı sen susunca..

Madem ki iki yarımıyız tek elmanın; yani ki bir elmayız hepi hepi;
yem olmadan kurtlara kuşlara, yuvarlanıp gidelim top gibi..

Bir "ol!" dedi ve var oldu yoktan koskoca kainat..
Nasıl inanmam gücüne sözün, kime nispet, neye inat!?

Aşk, darağacı ve şiir..
Issız gecenin öksüz çocukları gibi geziniryeryüzünde..
En çok hangisi öldürür yaşayanı,
Hangisi ölümüne ah çektirir?
iki, üç, bir ?

Aşk, balla beraber yediğimiz ölümcül zehirdir..
Ah o ne güzel, ne kutsal zehirdir o
Yeryemez bütün azalar sarhoş olur, delirir..


Ah sevgilim, sevgilim! Yeter ki tut artık, tut elimi; ayaklarım bilir gideceği yeri..

Love happens" Bir film adı.. "Aşk olur, vuku bulur" manasında.. Aşk hep "olmuş" demek ki, akılla fikirle, arzuyla "oldurulmamış".. E, o zaman aşk olsun!

Aşkta ne mutluluk, ne de ölüm vardır.. Hic bir kümenin alt kümesi olmayandır o.. Nemrut'un Tanrı'yı öldürmek için göğe fırlattığı oklar ne kadar etkili olabilirse Tanrı'yı öldürmekte, ölüm de ancak o kadar etkili olabilir aşkta.. Mutluluk mu!? Kim ne yapsın mutluluğu aşk varsa!..

Aşk her yerde, bir yere ötelenemez.. Biz onu görünmez değil, ancak kendimizi görmez kılanlarız..

Elmayı yedik, kovulduk cennetten. Düşüş o düşüş.. Hala düşüyoruz.. Ola ki bir aşk'a düşelim yol üstünde.. Başka türlü dinmez içimizdeki huzursuzluk, yol alma hissi uçurum aşağı, bu havai üşüyüş..

Söyleyin bakalım kaç tarafı vardır bir kürenin, yüzü kaç?!
Kaç bahar alır her tarafına dokunmak, kaç güz?
Işe bir yerlerden başladık ama -hepsi basbas bağırıyor; "açız, aç! –
değmedi hic bir şey tek bir noktanın canına dahi henüz..

Kendi kendini kucaklayabilen tek şey düşünce.. şimdi kendimi fena halde unutmalı mıyım hatırlayabilmek için adamakıllı..

Ellerimi arıyorum, ellerimi! Gören var mı, bulan, bir tutan?!

Sonu görünen her yol karanlık.. Cümleye yansıyan gölgesi noktanın.


Beynim fahişenin önde gideni, yüreğim bakir..
Kaknem bir kraliçe ruhum; orta malı bedenimi seyrediyor; hor, ve hakir..

Pek çoğumuz için geçerli bir durum;Beynin girip çıkmadığı yer yok; umursamaz, fütursuz, maymun iştahlı ve istediğini elde etmek için her şeyi yapabilecek, kendini dahi satabilecek bir karakterde; fahişenin teki işte!Yürek; kendi köşesinde utangaç, korkak, güdük çoğu zaman.. Azıcık hızlı çarpsa yüzü kızarıyor; tam teşekküllü bir bakire..Ruh gerçekten de kendini beğenmiş; büyüklüğüne, ölümsüzlüğüne, vazgeçilmezliğine hatta anlamdaki cevher olmasına güveniyor; varlığın diğer unsurlarını küçümseyip hor görüyor; hele ki bedeni..Bedense tam da söylediğim gibi orta malı işte! Cok fazla tutunulabilirlik taşıyor; maddenin en düşük doğası; fazlasıyla görünür, el altında.. Eline silahı alan ona istediğini yapabilir.. Gözü hep toprağa bakıyor.. Bir cesetten daha kimsesiz, daha orta malı bir şey olabilir mi?

Yanındayken bi dünya özlüyor bizi.. şaşıyor sıra.. Azrail tedirgin..
'Ne olacak şimdi, ne olacak ha?'.. Kimin umurunda, sevgilim..

Sevilenin yanı cennettir.. Dünyada kalanların özlemesi bundan.. Normalde öldükten sonra gidilen yerdir cennet; sıranın şaşması, Azrail'in şaşırması bundan..

Şiir canlı bir şeydir.. Kesinlikle! Bunu çok ciddi hissediyorum.. Büyülü sözcükler çakralarıma değiyor adeta; en çok da mavi, lacivert, mor.. Mosmor..

Neden kıskanayım ki ben seni başkalarından;
herkesi ayrı ayrı, istediğin kadar, bol bol sevebilirsin..
Oyle tümsekleri, çukurları var ki yüreğinin, o ilk kopuştan kalan;
ancak benim varlığımla örtüşebilirsin;
ben olmasam kimseler dolduramaz yerimi;
bunu sen de bilirsin, bilirsin de, bildiğini bilmezsin..

Kafesine aşık kuş, kuşundan yorulmuş kafes gibiyim..

"Oluş"la "ölüş" arasındaki o dört nokta kafamı karıştırıyor.. Geveze, rengarenk, yalancı oluş.. Ketum, karanlık, doğrucu ölüş.. şaşkın insan..Oluşun dört gözlü olanı.. Siyah gözlük takıyor o yüzden gözlerine bakamıyoruz.. Ancak biz gözümüzü kapadığımızda çıkarıyor gözlüğü o zamanda biz göremiyoruz..

Pazartesi beni kendi rengine boyayamaz.. Ama bu günün bu saatlerinde her şey biraz soğuk, sıkkın, meşakkatli ve zevksiz.. Bir Ay öpüşünü değdirip terk etmiş olmalı günün sabahını..
Ne virgül, ne iki nokta; kapkara tek noktayla bu ünlemler lekesi en zor çıkan!

Yok ellerim; bu yarım yamalak varoluştan utanıp saklanmış olmalılar bir yerlere..Belki de büyümeye gittiler benden habersiz.. Kocaman ellerimle kocaman sevebileyim diye dünyayı.. Sillesi de kocaman olacaktır haliyle; olsun..

Evet, silmek diye bir şey vardır; yazılmış bir sayfayı tekrar bomboş, apak bir sayfa yapabilirsin belki; Nasıl kazınacak peki; kalem her dudağını bastırdığında, öpüşlerin hissettirdiği sayfaya?Ey insan! Bedenden, akıldan, duygudan öte ruhsun sen..
Ne zaman bırakacaksın, her fırsatta seni terkedip ölüme doğru koşan fahişe bedenin eteklerini?!

Ölüm bile ölüşmek oluyor bölüşülünce..

Öleyaza yaza öğreniyoruz okumayı hayatı da..

"Amor Fati"(Kaderini Sev) der bir Latin deyimi.. Oysa sevmek ne kelime, her insan kaderine aşık doğar..Aşk derken her türlü seçeneğe rağmen ısrarla ve kati surette kaderimizin peşinden gidiyor olmamızı kastediyorum.. Yoksa elbette hepimizin olanlara isyan ettiği, hoşnut olmayıp soğuk kaldığı durumlar vardır.. Böyle durumlarda bile hoşnutsuz aşıklarıyız biz kaderin..

Aynı su
üzre ay öpüşü,
aşık ölüşü
dür, bu..

Ha ruh çekiliyor bedenden, ha akşam oluyor..
Işık tası boş kaldı göğün; her yerde hüzün..


Anlamdan sıkıldım, ama daha anlamlı bir şey yok..

Sanırım bir nehir yatağıyım en çok..

Noel Baba'ya ve O'nun içine hediyeler doldurduğu süslü çoraplara inanmıyorum..
Nail Dede ve O'nun yırtık, yamalı çorapları bu denli gerçekken..Yurdumun Nail Dedeleri tükenmez.. Hani o çilekeş, toprak kokan, günümüzün çok bilmiş veletlerinden daha çocuk, daha masum, nesli tükenmekte olan insan türü..

Her akşam ağrılı bir faaliyet içerde, en derinlerde..
Sondalama işlemi.. Her kuyudan seslenen acı bir su uğultusu; sizin orda buna hüzün mü diyorlar..Maden Tetkik Arama yerine bahçıvanlıkta ihtisaslaşmalı insan.. Belki değerli bir maden bulamazsın ama bahçe bahçe çiçeklerin olur.. O da olmazsa domates, patates, hıyar ekersin, ne biliim!


Açıp bir yumrukluk yüreğini, sarabiliyor musun bir avuçluk dünyayı? Budur işte, olay bu!..

Uyku geldi geceye ihanet vakti.. Kara gözü uyku bilmez geceye..

Iyi geceler gece..

Gün bizimle yürü..

Bazı halleri kelimesi kelimesine çevirmek dürüstlük olmaz; zira kelimelerin dışardan ve içerden görünüşü farklıdır.. Gönülden, mideden ve beyinden görünüşü de..

Ne kolaydır insanın derin, koyu, geniş, kötü kokulu karanlık enerjilere saplanması.. Eteğini kaptırmak gibi bataklığa.. Sen sadece bastığın yerdesin; nedendir doğmamış güneşlerin şüpheli günlerini düşünüp kara kurgunun gölgesine bulamamız günümüzü.. Adımımızı neden bataklığa doğru atmak.. Güzel kokan, aydınlık, hafif bir yol yoksa yakınlarda; olduğum yerde güneşin doğmasını beklemeyi daha akıllıca bulurum ben..Işık bütün kainatın en güzel özeti.. Ondan başka bir şeye ihtiyacımız yok; yüzüne ona çevir; bataklığı bile o kurutacaktır bilesin..

Hep bir yol ayrımındayım; sayısız yol uzanıyor her yönde.. Her yolun sonunda kara bir nokta.. iki gözümü siyaha yumup, gör gözümle ışığımı aranıyorum.. Ve en koyu aydınlığın olduğu yere sürüklüyorum bedenimi.. Alacakaranlık bir yol.. Ne güzel yol'um..

Ben uyursam Dünya dönmeyi unutabilir mi?! Sanırım bu şüpheyle de uyuyabilirim..

Gün aydın olsun! Işık olsun! Sabahı kutluyorum.. Benim bir canım var; baktım yerinde duruyor. Dünya dönmeyi unutmamış ben uyurken. Güneş de sözünü tutup gelmiş gündelik ziyaretine. Daha ne olsun, daha ne olsun.. Açın pencereleri açın aydınlık dolsun; ışık yüreğinizden öpecek..
Dünü yarını bilmeden, sadece anda devinen; yüzmenin o sonsuz hazzına tüm varlığını bırakıp aşk içinde mutlu mutlu salınan balıklar.. Onlar olmayı ve gerektiğinde bir oltaya takılıp ölmeyi biliyorlar.. Nefese bile ihtiyaçları yok.. Kendisine yanlış şeyler sorgulamayı öğreten huzursuz insandan başka herkes, her şey mutlu bence evrende.. Bir aslanın dişleri arasında can veren ceylan bile..

Düşünceye gelen her şey realiteye doğru yola çıkmış demektir.. Akla gelebilecek her şeyi deneyimleyecektir insanoğlu bu dünyada.. önemli olan neyle karşılaştığın değil; karşına çıkanlara nasıl bir yaklaşımla cevap verdiğin.. Küpünü neyle doldurduğun.. Aç da bir bak bakalım içine nasıl kokuyor, rengi, dokusu ne? "Toz toza dönecek"se sen kömür tozu değil, ışık tozu ol!

Alırken tek noktadan, az az, dengeli ve yavaş.. Verirken çok noktadan, bol bol, ayarında ve gür..

Akşam sabah kendi bedeninin etrafında pervane olan biri özgürlükten nasıl bahsedebilir.. Sürekli mızıldanan beden kaprisli bir sevgili gibi hep ister, hep emreder..
Onu bir zevk unsuruna dönüştürmek de mümkün tabii..Teknoloji sağolsun neler neler var..Tüm olanakları becerikli bir şekilde zorlarsanız mesela huysuz, buz gibi, çirkin bir frijidden podyum mankeni kıvamında arzulu bir aşifte çıkarabilirsiniz.. Yeter ki isteyin, yeter ki emredin.. Pardon ya siz köleydiniz, emretmeyi nereden bileceksiniz! Yeter ki beden sultanınız öyle istesin, öyle emretsin..

Bütün bağları kopardım.. Göbek bağımı bile.. Sonsuzlukta devinen hiçliğe yakın bir toz zerreciğiyim artık.. Ben bu kadar küçük, uzak, ipsiz sapsız ve ulaşılamazken bile beni, dalından elma koparır gibi tam kalbimden koparabilen bir güç.. Işte ben O'na Tanrı derim; ben O'na kul, ben O'na köle olurum..

Sudan mesele sayılanlar -doğru bakılınca- en kristalize güzelliklerdir bazen..

Grisi, akı yoktur büyünün; bütün büyüler karadır.

"Sol" Latince'de "Güneş" demek.. Gerçekten de bazılarının güneşi hep solda asılı durur.. Oysa sağı solu, önü arkası, yukarısı aşağısı yoktur bu altın topun.. "Sol lucet omnibus - Güneş herkes için parlıyor"..

Silmek bazen boyamaktır, kara çalmaktır hatta.. Ama silmek yok, silinmek yok mutlakta.. Düzlemsel bir yanılgı sadece..

Işığın kiri lekesi yok ama o bile giderken izini bırakıyor Ay'a ve yıldızlara.. Unutmayın, yok olmadım, hala varım diyor..

Hayat, ömrümüz bize, sadece bize verilmiş bir hediye.. Kendimizden sakınmadan, rafa kaldırmadan, tam kapsamıyla, korkusuzca yaşamalıyız onu.. Zira, kimsesiz çocuklara yeni elbiseler dikilmeyecek eskimiş ömürlerimizden..

Temizlemek mücbir;
çevreni, bedenini, niyetini,
içinde birikmişlerini, bir bir..
Zira, saklanan her şey
ya kök salar, ya zehir..

3 Aralık 2009 Perşembe

Cennette ayva vardı da, biz mi yemedik!

Mutlu olmak yok.. Kuyruğuna tutunmak var mutluluğun..٠·˙˙·٠•●♥۩۞۩

Kalem yazmış yazacağını.. Bizim yazmamız üstünden üstünden geçmek; zamanın sildiği mürekkebi tekrar kondurmak yerine.. 'Yaz'ar değiliz, 'oku'ruz.. Ilk emir de "OKU" değil miydi zaten..

Sevmek benim yeteneğim.. Sevgi benim cevherim.. Onu ortaya çıkarıp uzayın sonsuzluğuna yaymak için neden bir başkasına ihtiyacım olsun ki! şiir benim.. Başkaları olsa olsa ilham olur..

Cennetten bize atılmış ip gibidir din; kimi boynuna geçirip boğuluyormuş gibi hisseder ve kurtulmaya çalışır, kimi hic iplemeyip fırlatır atar, kimi de ona tutunarak cennete doğru yol alır..

Bugünlerde ölümü çok düşünüyorum.. Hep düşünüyorum.. ölmek ya da ölmemenin bir yolunu bulmak için değil, sadece anlamak için.. ölümün bizden bir şey sakladığı yok; ama boşuna yine de bütün bu çabalar biliyorum; dünyalı gözümüz ışığa muhtaç okuyabilmek için yazıları, siyahın üzerine siyahla yazılmış olanları seçemiyor..

Bu saatten sonra aşık olamam, olamam.. Olsam olsam aşk olurum ben..

Seni gidi Eros denen mitsel piç,
aşkın kaderini senin o titrek ellerinin
kaypak ayarına bırakır mıyım ben hiç!

Küçükken, kutlu nefesiyle üfürerek büyü/tür/ler/ken bizi Zamanın; Büyü/ydük.. Artık büyüdük..

Içinden doğru soyundu yılan; hacmi genişledi varlığın, haykırdı cevher; kabuklukta gezinen haşeredir yalan!

Inancı olmayanın sabrı yoktur.. Zira sabır inatla bekleyebilmek, oluşa tahammül göstermek değil; ümidederek, olacağını umarak ve bilerek, zevkle zamanın dolmasını beklemektir..Tohumun, kendi içindeki çiçeği severek, okşayarak uyandırması, büyütmesi; her ana kendi büyüsünde dokunup acelecilik etmemesi..

Kara, kapkara olmak zorunda ölüm; Başka hangi renk, hayatın dokuduğu onca rengarenk nakışı tek hamlede kapatabilir ki?!

Yaş iştir ellerinden tutmak ağısız bir nehrin..
Yurdu, kalıcı bir yuvası bile yoktur; göçmen kuşlardan daha gezgin..
Kendinden vere vere yol alır; tükendikçe bezgin..
Ya engin bir kuraklıkta yitirir kendini,
ya da altın ışıklarına tutunarak göçer, güneşin..

Hayattan tad almaksa niyetin kabuğu geçince dur orda; ye, iç, eğlen; tatlı tatlı özde devin.. Çekirdek savaşçılığı yoksa ruhunda kalırsın zaten; ne uğraşacaksın, dalacaksın derin derin!

Varınca kitabın ortalarına, gidişat az çok anlaşılıyor; Artık uysalca inanmak kolay, inatla ümit etmek daha zor..

Ruh ve heves gerek, bir çiçek gibi çekip koparmak için kendini gündelik hayatın o sıkkın ve ruhsuz bahçesinden..

Gitmek varsa bile, nereye;
Hışırdayan bir gölge bırakarak geriye..

Geceyi Ay'a bırakıyorum.. Uyku sarsın beni belalı, tutkun bir sevgili gibi.. Masum fakat sayıklamalı rüyalarımdan kıskanacak denli..

'Ayna ayna, söyle bana, var mı benden daha...' Dur ayna, dur! Vaz geçtim.. Once şu yüzümdeki çamurları sileyim; hatta senin gibi ardıma alıp sır yapayım onları, sen öyle bak bana.. ;))

Secde etmedi ve asi karanlığı terketti kutsal ışık!
Böyle tutuştu cehennemin ateşi;
ihanet kadar sıcak öfke kadar yılışık..

Içinde izdüşümü olmayan her pırıltı, değdiği yerde acıtır gerçeğini..

Ancak düşünce ve hislerimizle firar edebildiğimiz zindan; zaman..

Bağımlılığı olanın bağımsızlığı yoktur.

Ne kadar kapılsa da serseri rüzgara aşifte damlası yağmurun, oynak
Er geç düşecek yere, toprakla kucaklaşacak..

Kırılan gönüldür.. Kalp kırılmaz, etten, damardan..

Bütün evren söz olur, konuşur, eğer duyarsan.. Tek yalan söyleyebilense sensin, ey nahoş yetenekli insan!

Nereye gider bunca ses nereye?! ölüm denen uykuda katmer katmer gezinirken biz, Israfil derer mi sesi, 'Sur'u üfürmeye..

Öyle efsunlu bir şarkı ki zamanın okuduğu, fareli köyün kavalcısı gibi kendi dalgalarında boğulmaya çağıran.. Soyunup sonsuzluğumuzu ipine canbaz oluşumuz..

Her yedi adımda görünmez çeperlerine çarparken kısır, tasmalı duyarlılıklarım, algımı tam ortasından katlederek çemberin kenarlarından uzam ötesine kayıveren, pi sayısı kadar kırgınım, gerçeğe..

özlemin upuzun kolları; uzadıkça saramayan.. Derin, iç çektiren kokusu; uzaklaştıkça kesifleşen.. O acı/klı tadı; yedikçe acıktıran..

Bana bir gömleklik düş dokur musun güzel?
Güzül üşüyen yüreğime giydireceğim güzel güzel..

Ben sana aldırmadığımdan beri, neler neler alasın var bana da, aldırmıyorum..

Yaftalayın! Çekinmeyin..
Korkmadan yaftalayın!
Onu, bunu, şunu; her şeyi!
Yaftalamadan olmaz..
Sözünü dinletecek gerçek ise yaftalanmaya aldırmaz;
ceset gibi yığılıp kalmaz onca yaftanın altında;
kıpırdanışında cengaver bir hortlak kadar kararlı ve oyunbaz..

Insanlar arasında genel geçer başarının ne olduğunu gördüğümde tiksindim başarıdan..

Kalplerin öldüğü o günde, ölmesin diye kalbimiz..

Uykuda öldürdük "düş"ü; uykuda..

Küsünce toprağa ve göğe, altıdır duvarlar dört değil..

Kaybedecek hic bir şeyin yok, farkında mısın? Zaten sen kendin O ile 1 arasında gezinen bir küsuratsın; yok bile olamazsın, bir oldun mu ki!..

Iki olamasaydı kanadı güvercinin; o tek kanat korkmaz mıydı uçmaya...
Bayram size gelsin; ilaç gibi, özlenen sevgili gibi, vicdanı özgürleştiren bir borç ödeme, ferahlık duygusu gibi.. Yedi çakranızın kesiştiği yerde saklayacağınız bir ümit çipi; düşüncenizi ve gönlünüzü aydınlatan ışık gibi..

Yedikleri haltın usaresini değiştiremeyenler kendi damak dokusunu mu değiştiriyor, nedir!

Uçmayı öğrenene sırat ne gerek..

Sis bana kendini sevdirmeye başladı.. Dolunay da yok ama.. ;))

Gerçeğin acı olduğunu hangi şuur yoksunu söylemiş! Ballar balıdır gerçek, şuura bandığında..

Bütün zıt renkler öpüştüğünde kirli kirli gri kanıyor.. Cennet ve Cehennem kalmalı oldukları yerde; Bir'den çıkan her yol en az Iki'ye ayrılıyor..

Içinde yaşam barındıran hic bir şey meta olamaz.. "Countable, uncountable - sayılabilen, sayılamayan".. Sevgiyi kiloyla alamayacağımız gibi şişman ve zayıf iki bedeni toplayıp bölerek iki ideal beden elde edemeyiz.. Yani ömür sayılı, ama yaşam sonsuz..

Kainatta "her şey zıddıyla kaimdir" ve maalesef tüm insanlığın esenlik içinde, mutlu, eşit olması gibi bir durum söz konusu olamaz.. Bu tür genel esenlik teorileri gerçekleşemeyeceği gibi, gerçekleşmesi insanlığin mahvına sebep olacaktır. Zira amaç tekamül etmektir ve bu da ancak eşitsizlik ve ıstırap ortamında mümkündür.

Aslında temel kanunlar oldukça açık; yaşanan her şeyde bir anlam ve hayır var; hic bir şey tesadüf değil.. Herkes kendi gelişim sürecine en uygun hayatı yaşıyor; her olayın arkasında gizli güzel nedeni sezen ve kolaylaştıran olmamız gerekiyor. Insan kendini evrenin merkezi sanır; oysa değiliz; biz ağacın filizlenen kısmıyız; ve bu gelişmenin garantisi yok.. Her dal kurumadan yeşerecek, meyve verecek diye bir kesinlik yok.. Ve en önemlisi; bu gelişmenin en büyük engeli insanı robotlaştıran, hissizleştirip durgunlaştıran mekanik, monoton hayat.. Yeni gün bizi bir ileri noktaya taşıyıp ışığımızı bir nebze arttırmıyorsa ziyandayız demektir..
En zoru kendimize seyahat.. Once ne tohumu olduğumuzu anlamak, kendi kendinin bahçıvanı olmak; yeşertmek, çiçek, meyve, koku vermek insanın yolu..
Kurumamaya, çürümemeye, bozulmamaya çalışmak.. Ki bunlar ateşle temizlenir ancak..

Unutmak" nedir sence;yalnız üstünü örtmek.. Silmek, yok etmek değil; karanlığa gizlemek.. Eğer öyle olsaydı unuturdum her şeyi; hatırına acemi, gün görmemiş sevincin.. Aşkı da unuturdum; inan ki zor olmazdı.. Bekleyiş; gaddar ece cehennemi boylardı.

Gece şiiri çekiştirerek getiriyor kolundan.. Arkamı dönüp isteksizce uykuya gidiyorum..

Ah sesi kesilesi, obur Mide! Senin gurultuların bastıramasa da yardakçın endişenin vaveylası bastırıyor utangaç seslerini aklın ve yüreğin..

Kekeme serzenişlerle tükeniyor arka bahçeye bir suçlu gibi bırakılmış ömrümüz.. Gündelik hayatın korku dolu, şaşkın, yalaka köleleriyiz hepimiz!

Okyanus olmuş acılardan söz etme bana! Sen okyanus oldun mu ki!? Acının gücü özgül ağırlığındadır hem, hacminde değil! Geniş alanlara ve zamana yayılan da olsa olsa yaradır; emaresidir acının, kendisi değil..

Derin ümitsizliklerin iyimser kabullenişlere dönüştüğü anlar..

Öylesine ölümlüyüz ki! Ruhum acımayla dolu ihanet kokuyor..
Canıma canıma dokunuyor bu.. Kanım donuyor..

Ne çok gemi, ne kadar az su!
Aşk, merhamet, affediş, şefkat yüklü gemiler
gözyaşı nehirinden bana yüzmek dilerler..


Bu ne ters orantı, bu nasıl döngü! Biz büyüdükçe bozuluyor büyü!

Bulutlar yeryüzüne inmiş; ne sis, ne sis.. Hüznüme yol verdim; dökülsün artık, sözlerimden değil gözlerimden; sessiz.. Sessiz..

'Gül mü, kül mü' deseler, 'kül olmuş gül' derim ben.. Deremem..

Oyle çok baktım ki içime, gözüm karardı..
Oyle ters baktım ki içime, içimin gözü korktu; Gözüm karaydı.

Sesim çıkmadığında sanki susuyor muyum..

Yola çıktı geliyor yine akşamın atlıları.. Böyle tin tin gelir onlar; gece gibi ellerine fener yapıp Ay'ı abanmazlar en tenha yalnızlığına o uzak, o unutulmuş, o kimsesiz köyün..

Kim giydirdi bu giysiyi bana, kim!
Bir kez doğdum, her gün ölüyorum.
Yaşamak dedikleri ağrılı ruba..
Ya korkudan, ya kederden geberiyorum..

Gizem tutkusu, merak budur işte; Zühre denen afilli fahişenin bir iki sözcükle göğün en parlak yıldızına dönüşmesini kıskanmazsın da olayın nasılını merak edersin; yanıp tutuşursun o büyülü sözcükleri öğrenmek için.. Bir yere gideceğin de yoktur halbuki..

Gelişin bayram olamıyorsa bu ne bayram telaşı!

Ya geçmişin buruşuk, tozlu, köhnemiş dehlizlerine, ya da geleceğin serap gibi kandırarak oyalayan ufkuna tutarak harcarız ışığını şimdinin.. Böyle öğrenir olamadan solmayı sıska çiçekleri günün..

Matematikteki uzun ve karmaşık denklemler gibi hayat; Ne kadar bölümünü eksiksiz ve doğru yaptığının önemi yok; dikkatsizce yaptığın ufacık bir hata bütün sonucu değiştirebiliyor..Sana özel sunulan denklem kişisel kaderin olabilir; ama bunu çözmek veya çözememek kader değil..

Ah şu fütursuz tutunma, değme çabası..
Bu aşk falan olamaz;
olsa olsa aşkın yürekten ele ayağa düşmüş,
kendini bilmez, zavallı tebaası..

Alyuvarlan, akyuvarlan, kayna artık cılız kan! Sen bu karanlığı kucaklayıp boğamazsan, o olacak seni üşüterek kucaklayan..

Toprak olsa olsa kucak açar, yatak verir.. Gerisi suya kalmış..

Sanki tüm evren buhurur bedeninden; seni öpmek, en uzak gezegenin en yalnız küçük prensini kutsamak çiçeğinden..

Acıtırsan sen bendeki meleği, küser sana göklerdeki melekler..

Bomboş kalmak daha zor; gaz sancısı yapıyor çeperlerinde yüreğin.. Yüklenirim cengaverler gibi hüznümü, girerim kapılarından gecenin..

Sevgiyi almak ve vermek iki farklı beceri; bazılarının sevgi kanalları huni gibi koniktir; sevgilerini dışarıya çok kolay akıtırken kendilerine sunulanı almayı, sevilmeyi beceremezler.. Babasız kızlarda da böyledir biraz; çok çocuklu ailede sevgi ortaya konur; becerikli olanlar kanarlarken sevgiye beceriksiz olanlar babasız kızlar korosuna hazırlanır.. ;))

Ey asi ruhlar pek kıt görüşlü, hep tek yanlıydınız..
Suyu anlamakta kuru, ateşi bilmekte yaş kaldınız..
Güneş bile uyduluk ederken mürşidine; siz secde etmem deyip
iblis gibi, içinizdeki saklı kulu boğazladınız..

Ben akşamdan önce varsam geceye..

Ey Zaman! çirkin ellerini değdiremediğin, hoyrat okşayışlarının hazin izlerini bırakamadığın yüzlerimiz var, bilesin!

Gel suskunluk perdesi, ört bizi.. Gözeneklerinden geçemeyecek denli büyüsün söz.. Arada sızanlara sessizlik densin.. Bekleriz biz..

Aşk'ın uçmayı bilmesi; kanatlandırıp, dağlara, havalara uçurması; yüzme bilip denizler, okyanuslar aşırması elbette büyük beceri;peki toprağın altına girip ölü taklidi yapmayı biliyor mu!? ;))

Yaşlıdır karanlık.. Sonsuz yaşlılık.. Her dem yeni çocuklar doğuran ışık..

Asıl varoluş sebebimizi algılamak konusunda genel olarak derin yanılgılar içinde olduğumuzu düşünüyorum/hissediyorum/seziyorum..

Her şey konuşuyor kainatta, ıvır zıvır.. Sessizlik diye bir şey yok; sadece kulaklar sağır.. Duydum, sıfırı bile, gevezelik ederken fısır fısır..


Sana göz yumuyorum gece.. Bu suni şehir ışıkları gözlerini acıttığı için göz kırpıyorsun, fettanlıktan değil.. Yaşlandın, yoruldun galiba.. Işte bu yüzden göz yummalı sana..

Tarihin tozlu sayfalarında bekleye bekleye kurumuş öğretileri aşkla ıslatıp yumuşatmazsanız anlağın boğazına takılır..

'Sol', 'do' gibi ses vermeye başlarsa..

En titreyen yerinden koparırlar çiçeği.. Koparılmak mı, koparılma ihtimalini beklemek mi, yoksa koparıldıktan sonra solmaya başlamak mı en acı olan?

Kimse boş bir gemiye kaptanlık etmek istemez.. Geminin yüküdür ümit..

Gün, göz boyayan ışığını soyunsun, anlarız ne kadar aydınlık...hele...dur... Muzun kabuğunda ayağı kayıp düşsün zaman...yetti, aman...dır...
Bu kumsalda kumdan kaleler yapılır ancak; tohum ekmek beyhude...zarar, ziyan...dır..

Gece ve sis.. Kuyu gibi konuşan bir sessizlik.. Uykuyu beşiğe koyup ninnilerle büyütmece..

Tamam kalbim, ben susarım sen söyle, sen söyle!
Senden gelmeyen söz, söz sayılmaz ki zaten! Safi dedikodu; yok şöyle, yok böyle..

Sermin Çalışkan - Kasım 2009

12 Kasım 2009 Perşembe

Üzerine düştüğü her şeyden daha güzeldir ışık.. Sakınmasızlığı, teşhirciliği bundan..

Mutluluk hep köşeden "U" dönüşü yapıyor.. U/mutluyuz..

Benim tek derdim esaretim.. Göğünden büyük kuş büyüten cesaretim..

Bembeyaz kanatları acı katranlarına bulanmadığı sürece gezilmedik yerini bırakmayacak bu çiçekli bahçenin, uçarı düşüncem benim.. Ve onun değerek acıttığı her manayı şefkatin incecik parmakları saracak..

Bütün renkler denenmişti.. Hepsini beyaza gömdük.. Kalem, iki boyutlu kıtlığı çizerken, beyaza değdiği her yerde renkler siyah siyah kanadı..

Kara değil sadece ışıksız gece..

Gece mi yürür üstümüze üstümüze,yoksa eteklerini toplayarak giden gün müdür?

Ölüm mü dayanır alacaklı gibi kapımızaYoksa geçip giden uçarı bir ömür müdür?

Zaman sinsi bir soğukkanlılıkla biriktirirken sessiz evetlerimizi, sükut çoğu zaman ikrardan değil anlayamamanın verdiği şaşkınlıktan doğar.. Kim bilir hangi ucundan kaptı rüzgar eteğini, sirke suratlı dertlere doğru çekiştirirken; kim bilir kaç serap... özlenir durur üvey yaşantılarda, hiç tanışamadığı mutluluk çölünü..

Yalnızlığın gün görmüş, görmemiş bir sürü yüzü ve tanımı vardır kuşkusuz.. uçsuz bucaksız bir beyazlık kadar tanıma açık, soğuk ve üşüyen.. Sadece aşkın ısıtıp, terleyen bir kar tanesine dönüştürebildiği.. Metamorfoz..

Bana ışık, bana zaman, bana aşk..bana her şeyi verdin.. verdin de biliyorum..bir cımbızım olmadı.. olamadı çekip çıkarmaya hayatı..çıkarmaya katran gibi bir olmak batağına saplanmış..

'Aydın'dan 'aydın'a fark var.. Kendi ışığını yayana da, sadece kaza eseri aydınlıkta bulunup üzerine düşen ışığı zavallı pütürlerince yansıtana da 'aydın' diyoruz.. Oysa ışık tektir ve onu yansıtma kapasitemiz tamamen kendi ham maddemizin yapısına bağlıdır..Yaşlandıkça kuruyoruz..

Her şey geçer.. Boyayarak, sürtünerek, gıdıklayarak, acıtarak, bakarak.. Bir şekilde hayatına değerek..

Açlık, diğer bütün güdüleri yer..

Şu ikinci şahsa yazılan bol vaatli, ağlak ve muallak dizeler neden bu kadar sahte, yavan ve sıkıcı geliyor bana.. Bir ölümlüyü asla ilahlaştıracak denli sevemeyeceğimi, sonsuzluğu bir noktaya sıkıştıramayacağımı anlıyorum.. Yanılıyorum belki de.. Hem, zaten Aşkı da yedi kat göğün en yükseğine çıkmaya merdiven olsun diye istemiştim..

InSANcıl bir emin olamama SANcısı.. Tek ilaç Hissetmek..

Susuzluğunu giderenin adının su olduğunu bilmesen bile içtiğinde susuzluğunu gidermesi gibi..Ortada bir balon var; adını "olmak" koyalım..İçinde, özel koşullar sağlanınca sıvıya dönüşebilen bir gaz olduğunu düşünün;"Sanmak" balonun içindeki gazı içine çekip varlığını hissetsen bile tadından emin olamamaksa; "hissetmek" o gazın sıvı halini içmek ve susuzluğunu gidermektir..

Katmer katmer uyanışların bir yarım uyanmışlığında konuşlanırken, su üstüne yazılan yazıların algılanıp, vesaik mukabili yaşamların katı kontörlerinin kapının önünde bırakılacağı yepyeni bir gün, yepyeni bir uyanışın yaklaşmış olabileceğini kim inkar edebilir..

Hem sen, sen değilsin, hem yoksun; iki kere yastayım..

Önemli olan hangi mevsimin, hangi yolundan, ne kadar zamanda yürüdüğün değil.. Yolu nasıl yürüdüğün, yolun sonunda nereye vardığın da değil.. Çünkü yollar da, mekanlar da, zaman da geçicidir.. Kalıcı olan sensin! Ve, yolun sonunda senin ne olduğun önemli olan..

Özgürlük kuşunun kanadına sevginin taktığı bu kurdele.. Pek şirin, pek güzel ama kanat çırptırmamak gibi bir yan etkisi var..

Önce gözünü, sonra gözünün önündeki perdeyi aç..Açmadan bilemezsin arkasında ne var; ne kadar gerçek, ne kadar oyuncak..Şöyle derin bir yaşamak yut; tükürür gibi öfkeyle hepsini bırak..Ve işte orada; tut ucundan usulca sallansın perde, olmaktan hiçliğe doğru kıvrak kıvrak..Şimdi yapamasan bile, inan son nefesinle kaldıracaksın perdeyi, Azrail'in gözlerine bakarak..

Her şey çokuncu el..

Kara bulut! istenmeyen misafiri göğün, pis uğursuz

Maviyi örtmenin utancıyla der; "varım ben de!", fütursuz..

Aşkındır aslında şefkatinde bazen güneşten bile fazla;

Feda eder yeryüzüne damladan bebeciklerini, tükenip yok olsa da, hazla..

Söz söyleme mevsimi değil artık, bildim..Bir kerecik gülümseyince aşk Fizan'dan;Yere göğe yazdığım bütün yeminlerimi sildim..

Aşk bizim kayıp ülkemiz.. Aşk'ı bekleyen Hüsn.. Yolcusunu özleyen yol.. Görülmeyi dileyen güzellik..

Olmayan bir problemin çözümünü arıyorsak çözümsüzüzdür..

Beynin ukala kıvrımlarına yakıştırılamazken bir damla kırmızı kan;

En kansız düşünceleriyle hiçliğin hangi yüzsüz yüzeylerini boyayabilir insan!?

Kiloyla değil, yarım yarım satsalar ya şu elmaları, seçemiyorum..

Ne yapılır bu 'gerçek' denen şeyle? Yenir mi, içilir mi, yaşamın üzerine mi serpiştirilir, gardrobun en tenha köşesine mi saklanır, çantaya cebe atılıp doğum gününde hediye almayı unuttuğun arkadaşlara mı verilir, ne yapılır?!Karanlık bir dere gibi sızıyor ölüm, ıslı ve ıssız yollarına hayatın..

Gelen ölüm değil, giden yaşamak aslında..Işık oyunu.. "Ölüm de var" mı ki sahi? Dışardan bakanlar için görmeye alışık oldukları fazdaki ışığın yokluğu sadece.. Son derece göreceli..

Objeler değişir, aşk değişmez.. Gönlümüzün asıl susuzluğunu çektiği aşk şekilden de, nakıştan da uzaktır.. Ona erişmek uğruna suretler parçalanır, hayatlar harcanır; şuurluyken öfkeden, şuursuzken yanlış anlamaktan..

Bu dünya düzleminde bilginin ham maddesi farklı.. Kolay öğreniyoruz ama kolay unutamıyoruz.. Bilmemenin masum, yumuşak beyaz evreninden, bilmenin çok renkli, sert şekilli ve yoğun evrenine dalarken ne kadar akıllılık ediyoruz?

Beyazın küstahlığı, siyahın utangaçlığında saklı..

Ruha doğunca güneş, yırtar gecenin perdesini yırttığı gibi, ölümün perdesini de!

Gözümüz tok çıt kırıldım aynalara; serini de, sırrını da veren, kırılmaz dosttur bizim aynamız..

Kopan bir zemberek daha kaç kere kopartır kendini?Bıçağı bıçakla kanatmaya, kanı kırmızıya boyamaya ne hacet!Çılgınlığı bayrağına asmış bir deli kurbağaları tersinden vıraklatır..

Ah ne yorucu şey anlamsızlık içinde cılız anlama bakmak! Gönül gözüme kapak olur musun ey aşk!

Ludus değil ki elma armut deyince ortaya çıksın! Olsa olsa Azrail'le satranç oynar Agape..

Madem sadece bir kez öleceğiz.. Neden olmasın!..

Gün/düz geçiyor.. Gece kıvrımlı..

Biz hep bu vakitler tutunuruz yıldızlar kadar parlak, gece kadar karanlık saçlarına sevdanın.. Cennete giden yollar gibi uzanan, uzanan üstümüze..

Dünya benim dünüm.. Yarınsızdır günüm..

Topraktır özüm; cesetler alır güller veririm en yedivereninden..Şaşkın İblis! elmayı bile sana iş çıksın diye yedim ben!

Sermin Çalışkan - 2009

11 Kasım 2009 Çarşamba

Üzüm kendini geri çağırıyor şaraptan..

Kandan süzülen gül
Şaraptan süzülen üzüm
Gibisiz şiir
Ölüm gibi ölüm..

Grape summons itself back from the Wine..

The rose tears from the blood
The grape; from the wine, leaks
The poem; exhaustive, seem-less
And the death; without incomplience..

Sermin Çalışkan - 2009

Kokusu Hayatın / Perfume Of Life


Kokularını çalıp parfüm yapıyor kendine hayat
Aşk, şarap, kan ve gülün..
Gidermek için, üstüne sinen
Kesif kokusunu ölümün..

Life steal its perfume from scarlet roses,
love, blood and wines;
to quench the dense scent of death,
pervadeson all sides..

Sermin Çalışkan - 2009

10 Kasım 2009 Salı

Kurşun kendisini vuramıyor!..

“İçimizdeki sonsuz ıssızlığı kovulmasız bir cennete çevirebilmenin zavallı çabası: AŞK..”

“Hissetmek; sonsuzluğa uzanan elimiz..”

"‘Düşmek’lerin en güzeline dolandırılamamak urgan payı..”

“Ve geldi ölüm yeraltı dehlizlerinde üşüttüğü kurşuni kanatlarıyla.. Yine yeni bir nefesle ısıtacak obur üşüyüşünü.. Yaşamak için çok eğri bir mevsim olmadığı söylenir”

“İğne sadece okşamak istemişti balonu..”

“Ne çirkindir yüreğin ve zihnin derinliklerinden süzülmeyen sahte cengaver sözcük öbeklerinin gürültücü dilenciliği eteklerinde duygu ve beğeni kalelerinin.. Kocamış fahişe çirkinliği ve kokusu bataklığın..”

“Hüzün likit kıvamda, akıcı; sevinç ise kuş tüyü gibi hafif, uçucudur.. Hüzün sağanağından korunmalı ıslanmak istemeyen, sevinci ise dermeye çalışmalı kanatlarını büyütmek dileyen..”

“Belki de bir üretim hatasıdır düşünmek.. Yaşama karşı ortaya çıkan alerjik bir reaksiyon”

“Şakaydı, hepsi şakaydı; bu dünya bir imtihan yeri falan değil; cennet, cehennem de yok; o baş belası yasak elma ağacı da duruyor yerli yerinde.. Ha şeytan mı? Komşunun şakacı, muzip oğlu tabii ki, ne sandınız!.”

“Şiir, şarkı söyleyerek dinlenme saatidir o derin düşüncenin..”

“Yavaş yavaş açılan bir bohçadır hayatı insan için.. Bir seferde açıp da içinde ne var ne yok bakamadığı; sadece zamanı geldiğinde ve ancak o ‘an’ın ışığı vurduğunda nesnelerinin kendilerini görünür kıldığı..”

“’SAVAŞKAN’ olmalı insan.. Öyle ki sonunda kendini de ‘SAVAN’, geriye sadece ‘AŞK’ kalan..”

“Bize teğet geçen her aşk oku ümit kuşlarını tam on ikiden vurur, neden!?!”

“Çıkarmak tohumu henüz filizlenmemişken yürekten; ufak bir unutuşla çarpıp sonsuz bir yokoluşa bölmek..”

“Çoğu evli çift koparıp tutkunun titrek tellerini yüreklerinden; harap ve yıkık bir kalenin suçlu suskunluğunu demlenir bir ömür..”

“Ölüm kusmakta hayat, ve ruh!.. Azrail’in suratına..”

“Nerde bu insan denen bataklığı yıkayacak su, kurutacak güneş, göğe ağdıracak rüzgar, nerde!.. “

“Zaman! Aşifteliği elden bırakmayan gizemli kocakarı; Her sandığında ne cinler, ne hazineler saklı..”

”Yalnızlık odur ki; ellerini ve gözlerini unutmuşsundur sonsuz bir boşlukta; değemez kendisine bile.. Sese susamış bir kulak; sahipsiz, can atar duymaya seni; ister konuş istersen kekele..”

“İstenen, isteyene istetendir.. Ortada iki nokta olmasa onları birleştiren bir doğru da olamazdı.. “

“İlişkilerde ideal olan çemberin çap uygunluğudur.. Dokunmanın en tatmin edici olanı ise çeperlerin üstüste örtüşmesi, birebir değmesidir.. Çapın küçükse karşındakinden; içerde kalır boğulursun.. Daha büyükse; dışarda kalıp yalnızlık hisseden olursun..”

”Şiirden biraz daha çıplaktır gerçek.. Bazen çirkin bir kokonayı süsler şiir; büründürür ilgi sömüresi bir gizeme.. Bazen de dokuduğu şal cefadır, haksızlıktır nefes kesici, ölümsüz bir güzele..”

“Düşler.. Gece şehrinin ılık nehirleri.. En kuytu yerinde gecenin, şehrin ve nehrin ürkek bir aşk meleği yıkanır..”

“Karanlık gecenin gölgesine saklanmış siyah inciyi seçebilene,damlanın okyanusla öpüştüğü ürkek dudakları çizebilene,gönül kanının yürek çeperine çizdiği aşk nakışlarını çözebilenedir dürr-i dane..”

"Sıyrılabilerek yaşayan yaşamayan hortlaklarımızdan, kendi yüreğimize GÖZ - KULAK olabilmek.."

"Ve nice şaşkınlar vardır ki seks kuyusunda debelenirler de aşk denizinde yol aldıklarını sanırlar..
O sabırsız, o gönülsüzlerdir ki üşenmişlerdir yol alışın bezdirici çöl kumlarıyla güreşmeye ve ıskalamışlardır kucaklaşmayı sonsuz bir aşkın uçsuz bucaksız deniziyle..”

"Her şey uysal bir kabullenişle fazlasıyla yolunda(?) gidebilseydi eğer, yalnızca kendine saklı şifreli bir kitap gibi kalıverecekti bir köşede.."

“Kıskançlık kendi projektörümüzden yansıyan bır nakıştır karşımızda ekran konumuna indirgenmiş objenin üstüne..”

“Kızıl nehirlerdir akar ağılı coğrafyamızda.. En doğurgan göğün bile boyayamadığı maviye..”

”Ego ne denli şişkin ve takıntılı olursa, her hangi haylaz bir rüzgarın uçurtması/oyuncağı olmaya o denli namzettir..”

“Geceden daha kara bir sevdadır ki saten bir çarşaf gibi örtünülesi ve öpülesi kılar yolunası simsiyah saçlarını gecenin..”

“Son ümit kuşlarının çırpınışlarıdır en çok acıtan, öncekilerin cesetleriyle dolup daralmış yüreği..”

“En becerikli ressam; hayatın en kuytu köşelerinde saklı ana renkleri koklayarak bulup, görerek açığa çıkaran ve duygularının en berrak sıvısıyla katıştırıp, rengarenk düşlere boyayabilendir kendi hayatını..”

“Aptallık doludur insanoğlunun yazgısı genelde; güller tutunmaya çalışırken uçurum kenarında hayata, burun ya bir çukura sokar kendini ya da trekking yapar kaf dağında..”

“Tohumun, kendinde saklı çiçeği sezip, dört unsurun kimi zaman acı, kimi zaman haz veren okşayışlarına ses çıkarmadan, hoşnut bir dinginlikle bekleyebilmesidir sabır..”

“Dünyanın sonu buz mu ateş mi diyorlar; bence ikisi de değil.. Toprağın sudan, ateşin odundan tiksinmesiyle başlar son..ve biter..”

“TEN imden TIN ime koca bir enGEL(!) var..

“Gerçek şiir, ki meleklerin fısıldadığıdır kulağımıza.. Cennet bahçelerinin bize ulasan kokusu, o muhteşem ‘gel!’ sesi Tanrı’nın..”

“AŞK = +1, AYRILIK = -1... Aşk ne kadar yüksek bir dağsa, ayrılık o kadar derin bir uçurumdur.."

SERMİN ÇALIŞKAN (2009)

Kimsesiz çocuklara yeni giysiler bile dikilemez eskimiş ömürlerimizden..

Hep en kolayıdır vaz geçmek.. Ümit serçelerinin minik gagalarına asılı, kopuk ibrişimler misali istemlerimiz.. Gercekleşmeyen hayallerin iç çekiş ve iniltilerinden başka bizi boşunalığın sekmediği sokaklara hangi zamansız düşen yaprak uyandıracak.. Ah ömrümüz ! hoyratca sakındığımız yaşamaktan.. Oysa, kimsesiz çocuklara yeni giysiler bile dikilemez eskimiş ömürlerimizden..

Hep böyle sası bir koku mu kalır, Eprimiş sevdalardan geriye.. Arsız yediveren bile solmayı öğrenir, küserek varyemez bir güneşin buzdan öpücüklerine..

Ey kalbim, yıllardır biriktire biriktire içinde taşıyıp da bir türlü nereye koyacağını bilemediğin hep aynı aşk farkında mısın!?.

Dayanın ümit kuşları, ha gayret, uğraşmaya değer!
Düşler ülkesine giderken kanadı kırılan bu sarsak sevdayı
daha sıkı tutun minik gagalarınızla, yoksa düşer!
Bir aşka daha mezar olmasın, ne olur, şu kokuşmuş leşlerle dolu ıssız vadiler..

Duygular da fanidir, beden gibi..

Hissetmek bilmek değildir, ama biz insanlar ancak hissedebildiğimiz kadar bilebiliriz..

Bunca su, bunca kuraklık.. Denizin ortasında susuzluktan ölür bir denizci..

Ölüm tohumunu bırakıyor dirimin çekirdeğine..

Uzak, yılgın, yangınlardık minik ümit kıymıklarıyla birbirine tutuşan;
Fevri alazlarında hayata rağmen çoğalan..
Henüz pek erkendi o uğursuz rüzgara hoyratça okşatmak için kendimizi;
şüphenin sinsi nemi boğdu alevlerimizi;
başka yönlere bakar olduk..
Köz oldun, söndün, soğudun..
şimdi suskun ve küskün küllerin tokatlıyor üşüyen yalımlarımı..
Acıyarak azalıyorum..

Minik bir çamur parçasıydı;okyanusa susamış;
önce güneş öptü onu,ölüm gibi yakıp kavurarak;
tozunu toprakta bırakıp göğe ağdı.
Birikti berrak,bilge bir damla olana dek,
rüzgarın hikayelerini dinledi.
Özlem yağmur olup yağınca yere düştü damla;
okyanus üzerine ‘Aşk’ı yazdı;
okyanus bu şifreyle kapılarını açtı da ona;’gel!’ dedi..
Kandı susuzluğuna,’bir’ oldular..

Ilişkilerin de canı vardır; ölmüşse ölmüştür..
Defnetmekten başka yapacak bir şey yok..
Ölmüş bebek emzirilmez; sütünüze yazık,
kurumuş çiçek sulanmaz; gözyaşlarınıza yazık,
cesede kan verilmez; kanınıza yazık..

Hayatın istenmeyen olasılıklara meyletmesinde anlaşılmayacak bir durum yok aslında; desteklenmeden kendi haline bırakılan her şey aşağıya,; eylemsizliğe, durağanlığın çekim merkezine yönelir..
Her şeyi ayakta tutan, yükselten yüreğimizdeki kuşların kanat çırpmalarıdır..

Yeniden doğuşun gizil bilgisi, apansız sevinci, bakir hazzı için ‘evet’tir ölüme..

Neler yapmayız ki şu yer küreye; her türlü nimetini tüketip, tükrük, ter, kir, dışkı üretiriz..
Ama öyle bir şey yaparız ki minnetle affeder bizleri;
‘Sevmek’ tek anlamlı yeteneğimiz..

Melekleri Adem’e secde ettiren; sevmek yeteneği, aşk bilgisi..

Bir kaç sözcük bir araya gelip bütün bir anlamı giyinirler, ya da ipsiz sapsız saçmalıkları..

Öylesine inceltmek çeperleri ki sarmalayabilmek ruhu ve bedeni bir avuçluk kalple..

Karanlık yokluktur; ışığın yokluğu.. Ancak ışık gelir, o bir yere gidemez..

İstemin ne kadarı özlemdir ?! Özlemin kaçta kaçı ümit ?! Ümitte ne kadar sabır gizlidir, sabırda ne kadar inat ?! Kaç gram korku bir tutam sevgi ışığına gölge düşürebilir ?! Katalizör olmak mı, çözünen olmak mıdır acıyı verirken bir yandan da deren ?!.

Mekanik insan çağından otomatik insan çağına geçişler yaşıyoruz; Bu plastik şaşkınlığı hangi pozitif yaşam felsefesi sindirimi kolay hale getirebilir, çöpe karışmış hayatımızı hangi geri dönüşüm projesi bize geri döndürebilir!?

İşgüzar savunma psikolojimizin coşkumuza attığı sinsi bir kazıktır can sıkıntısı ve isteksizlik..

Geceleyin Güneş avına çıkmış şuursuz avcılar kadar şaşkınız bazen arayışlarımızda..

SERMİN ÇALIŞKAN (2009)

Er geç geç/er

Ne çok mimar, ne çok hüzün kenti tek kişilik..

Hayat minik öpücüklerle sürekli oyalarken, ölüm tek bir öpüyle götürür adamı..

Kaf dağı kadar taş düşsün başına,
zümrüdü anka tepene yapsın.
Sen bana arkanı dönerken şaşkın,
bütün masalları yarım bıraktın!

Sessizlik yalan.. Her şey konuşuyor..

Dünkü bu vakit; gün, gizli aşığına koşan oynak bir gelin gibi, alevden eteklerini nazlı nazlı denizin üstünde sürüyerek Olimpos ufkunda geceyle öpüşmeye gidiyor..

Keşke kabuk değiştirir gibi bırakabilsek
tüm eskimişliklerimizi bir koyun sahiline tek tek..
Ama içinden doğru soyunur yürek;
kadınların regl hali gibi..
Tazelenebilmek için derinden,
bol bol göz yaşı ve yürek kanı akıtmak gerek..

Eros’la konuşmaya gittim;
’Nedir bu kanlı,acılı ok saplama işleri?
Hem nasıl isabet ettiriyorsun bir atışta güzelim kalpleri?
Aşk tozu falan serpsen diyorum onun yerine,
böylesi daha mı şık ve havalı olurdu ne?’
'Yok’ dedi Eros ‘olmaz, olamaz!
öylesi benim de işime gelirdi ancak,
terk edip gittiğinde onları aşk,
okun sapı olmazsa insanlar nereye tutunacak?
Yara bazen en güzel arkadaştır insanı avutacak..

Deniz koynundan koparıp kumsala fırlatıyor; taş kadar ağır, balık kadar kıvrak olamayan ne varsa içinde.. Her kum tanesi kısır bir öksüzlüğün şarkısı bağrından gül bitiremeyen..

Ah Akdeniz!
Işveli, oynak kız..
Bitmeyen yaz..
Yalnızca sevilende hoşa giden naz..

Kaç Patara kumuna gömsem örtebilir ki seni..
Işte bu yüzden hic affedilmeyeceksin ey mızıkçı yürek, inatçı susku, arsız unutuş!..

Belki Arafta ve Cehennemde vardır ama Cennette ‘Zaman’ mefhumu olduğunu sanmıyorum..-An’ın Sonsuzlukla öpüştüğü yer olmalı Cennet-.. Zaten bize yaptığı bunca kötülükten sonra Zamanın Cennete girmesi haksızlık olurdu doğrusu..

Aşk olmasa kimse inandıramazdı beni düşünmenin varolmaya, varolmanın yaşamaya yeteceğine..

Gel kalbini kalbime yasla;
yarımlığın tamamlansın yarımlığımla..
Bak nasıl olmaya duruyoruz seninle;
en belalısından bir kızıl elma..
Adem’le Havva’yı aklayacağız daha;
ödeyerek diyetimizi o uğursuz ilk günaha..

En iyi bildiğimiz şey değil mi b i t i ş m e k,
En sonunda kara yağız bir ölümle sevişmek..

SERMİN ÇALIŞKAN (2009)

Şiirimtiriks

Yokluğun yutağında hazmı zor, iri bir yutkunma olacaksak bile; ne gelir elimizden aşka ve sonsuzluğa inanmaktan öte..

Gecedir geniş, kara sinesinde bütün günahları saklayıp örten diyorlar; ne büyük yalan!
Her günah şehvetin sinsi ışığını barındırır içinde oysa;
aydınlıkta saklanıp karanlıkta kendini görünür kılan..

Önce ısırmalı şu ukala geceyi;
yırtmalı en zayıf yerinden,
soymalı kara abasını kat kat, derin..
Kalbinde ağdalı bir ışık saklıyor seziyorum;
pek utangaç, işveli, kor gibi
ve gerçek kadar serin..

Bir göz kırpılışıdır bebeğine dönerken postacı çalınmışından ışığın..
Ha maske ha yalan; herkes kadar vitrin mankeni bir yanın..
Yoruldum kestiği haraçlardan açgözlü zamanın!
Beni arayan gözünün önünde değil, gözümün arkasında arasın..

Off mankafa yüreğim, sus biraz, sus da beni dinle;
yalnızca iki yol var önünde; biri ölüm, öteki sevda mı ne..
Kimse seçmese de, arsızdır ölüm dediğin; yapışır gelenin gidenin ensesine.
Bence bırak onu bunu, sevdayı seç sen;
ölüme gülümseyen mutlu bir ejderha gibi diriltir seni;
aymaz bir hazla bin kere öldürse de yine..

O bir tek ısırıkla bilmeyi öğrendik, kıyısından bucağından..
Hep bundan kaynaklanıyor yarım yamalak olmamız, bundan..
Bari oturup adamakıllı doyursaydık karnımızı gelmeden önce;
şimdi kalan kısım kemire kemire yiyemezdi bizi, en kurtlusundan..

Hem iyi bir kavalye değilsin, hem benim dansımın müziğini çalmıyorsun Hayat! Uyumsuzuz işte!.. Sen lutfedip bana ayak uydurmayacağına göre, ben de Schophenhauer gibi anlayarak harcamaya karar veriyorum seni..

Sur’a üfürülünce nasıl kalkarsa ölmüşler yerlerinden,
uzun bir uyku sonrası şüpheli bir güne uyanmış olmanın korku dolu gözleriyle, şaşkın;
bir çağırışınla hortlar mı, yoksa incelikli arkeolojik kazılar mı gerektirir bilemem,
kalbin en ücra bahçelerine gömülmüş kalıntıları, doğar doğmaz katledilen bu aşkın..

Olmayan yokluklara hiçlik manzaralı kapılar, cennet manzaralı pencereler açarak, ağrılı bir merakın iştahlı labirentlerini sinsice kurgulatan şır şır kanlı, bol bol şerli şiir; git kendini kendine oku! Ben kendimi kendime yaşayacağım..

Kimsenin itiraf edesi yok kendine bile hangi yabancı sığlıklarda çamura bulandığını işgüzar eteklerinin.. Ah bir doğru tutturabilsek koordinatları, o kaygan hedefi! En dipsiz derinlikte, en göksel yükseklikte, en ulaşılmaz hayallerde; orda, burda; şunda, bunda, onda değil; Tam buramda, tam şuranda! İnsan olmanın derin ezgisi, o en kutsal tapınak.

Küçüğüm henüz, içimde ne kadar kelime varsa dökülsün, bırak!
Büyüyünce ne mi olacağım; ağzı açık, hayran, delimtırak!

Giderken yanımda götüremeyeceğim hic bir şey istemiyorum bu hayattan..

Gözü kör, kedi, kara, oyulası geceler.. Saçları katran kara, yolunası geceler..

İğreti gecelerin kuş konmaz rüyalarında hep aynı uğultu yüreğin sayıkladığı. Uyanışlar uyurgezer; kendi çığlığımıza.. Ey beden, al şu emaneti sıratın en ince yerine bırak ve terket! Boyunun ölçüsünü alasım var bu yokluğa yakın hiçliğin!..

Öff be hayat! Hemen havalara girip yapışma elime eteğime.. Ben sadece geçerken öylesine uğradım..

Şu prens bozuntusu vardı ya hani;
hep beklenen, hic gelemeyen sevgiliye;
cadı onu değil, o cadıyı ayartmıştı vaktinde,
bir kurbağaya dönüşmek için ille;
sahip olmak adına becerikli bir dile,
affetmeyesi uçanı kaçanı -aşk dahil-,
bazen sinsice yaklaşarak, bazen de öpücük bahanesiyle.
Ama öyle yakındı ki aşk hiçliğe;
olmadı, yetmedi yakalamaya kurbağanın çevik dili bile..
Başladı bataklıklarda dolaşıp bet bet vıraklamaya..
Var mısınız kızlar kurbağaya o kutlu öpücüğü vermeye!?

Kendini suyla temizleyip ateşle dönüştüremiyorsan rüzgara bırak fena halde yıpratsın.. Sarmaş dolaş olmadan önce toprakla adamakıllı ..

Ne güzel susuyorsun, koyu, siyah bir hiçlik gibi.. Zevkle..
Peki, olduğu yerde kalsın o ok, ‘geçmiş olsun’ de ve ilerle!..
Kusulmalı oysa ne varsa hazmedilemeyen içerde;
Yoksa tırmalanmaya devam edecek ömrümüz
küskün ve suskun bir sevinin kudurgun pençeleriyle..

Kan boğulur coşkuda; tersinden atılır imzası kırmızının..

SERMİN ÇALIŞKAN (2009)

Ey İnsan! Tutuşturduğun ateşe dikkat et..

Ey İnsan! Tutuşturduğun ateşe dikkat et.. Hem içinde yanan öz ışığını/ateşini canlı tutmak, sönmemesini sağlamak; hem de başkalarında ve hayatın diğer unsurlarında tutuşmasına sebep olduğun ateşlerin er geç senden hesap soracağının bilincinde olmak.. İlerde eteğinin tutuşmasına sebep olacak gelişi güzel, anlamsız egoik ateşler tutuşturmamak, körüklememek..
İnsanlar gücü, hırsı, tutkuyu, ilgiyi severler.. Sevgi adına değil de bu sebeplerle fazlaca düşünmeden oraya buraya fırlatıverirler ateşten oklarını.. Oysa yaktığın her ateşten, söylediğin her sözden, yaptığın her edimden sorumlusun..

Kömür de, elmas da birer karbon türevi.. Kömürü ateşe atıp yakarlar, elması baştacı edip saklarlar.. İşte bu dünya kendimizi dönüştürme alanımızdır; kömüre ya da elmasa..“Elmasa dönüşmektir aydınlanmak”; kalp, beden, ruh ve zihin titreşimlerinden açığa çıkan o değerli ışık, ‘nur’dur; Tanrı’ya yaklaşan yanımızdır..

Hoşgeldiniz sevgili ziyaretçiler. Bu gördüğünüz yere dünya derler; burada ömür harcanır, ölüm alınır.

Her yürek ayrı bir orkestra..
İki yüreğin birlikte müzik yapıp aynı şarkıyı söyleyebilmesidir muhabbet..
İki gönül arası gerçek bir birleşme için istemlerin sıratı geçebilecek denli saf ve temiz olması zorunludur.. İstemler içine sızmış minicik bir kir bile bütün kimyasal reaksiyonu sabote etmeye yeter..

Yaşamın, tombul, sarsak baldırlarını doygun fakat küçümseyen bir kendini beğenmişlikle ukalaca okşadığı, bir duvar kadar kendinde unutulmuş, mide merkezli hoşnut ev kadınlarının gönüllü köleliğindeki sarsılmaz huzuru çekiştirişi eteklerinden bu haylaz, tatlı kiraz mevsiminin..

Ah o vakti zamanında bize elmayı yedirip cennetten sürdürene!.
Dünyadayken de boş durmayıp kiraz mevsiminde ayvayı yedirene!.

Doğruyu bilmeyen yanlışın yanlış olduğunu bilebilemez..

Ölüm; Pusulanın en kutsuz kutbu..Yıldızlar kaybolmuş.. Ay, Güneş muğlak..Buluruz yolumuzu ölüme bakarak..

Normal, üzerinde özgür bir yolcu gibi yürünebilen bir yol değil ‘kader yolu’.. Kendi kendine yürüyüp, üzerindekileri de sürükleyen bir yol daha çok; tıpkı yürüyen merdivenler, kayan zeminler gibi..

Bıkkın omuzlardan aşağıya piç gibi bırakılmışlığıyla sarkan yaşam eskilerini örtünmüş gölgelerizdir biraz da..

Içini nasıl doldurursak dolduralım, her ‘aç parantez’in bir ‘kapa parantez’i var..

Ucundan tutup yakalayabileceğimiz bir ‘şimdi’ yok!. Çok kaypaksın hayat, çok!.

Bütün erkekler, hemen hemen tüm kadınların içinde gizli olan aynı ideal kadına aşıktırlar ve bu kadın genellikle pek yakınlarında olup sadece aşkla soyundurulmayı beklemektedir.. Ama erkekler genelde hipermetrop olup yakınlarındakini göremediklerinden hep uzaklara, başkalarına bakarlar.. Ve mutluluk / ömür / aşk treni onların bakmadığı noktadan geçer gider..

Yin-Yang; hayat tohumunun içinde ölüm; ölüm tohumunun içinde hayat gizli. Beyazdaki küçük siyah noktayı seçen göz, siyahtaki küçük beyaz noktayı nasıl görmezden gelebilir..Açığa çıkmasından utanmayacağın şeyler geçir içinden.. Sonra da onları korkusuzca yaşama geçirmeyi bil!..

Aşkımın objesi kendini bir halt sanmasa iyi olur! Aşkım, ruhum gibi sonsuz, aşkımın objesi ise bedenim gibi gelip geçicidir..Ne denirse densin, adı ne konursa konsun; önemli olan öfkeyle kalkıp zararla oturmamak, pireye kızıp yorgan yakmamak; kendi aşkının katili olacağına ufak bir ayar çekip en uygun başka bir objeye yönlendirmek ışığını.. Asıl doğru olan ilahi olana yönlendirmektir ama öylesine yerseliz ki o kadarına boyumuz yetmez.. Ve sonrasında teşekkür de edebilmeli insan, ilham kaynağı olup içindeki aşkı ilk uyandırana, ateşini körükleyene..

En parlak güneşlerin ışığıyla şımarmayan, en karanlık gecenin siyahıyla bulanmayan o ‘Aşk’ her türlü yıkımı göze almaya değer..

Vadimizde parlayan neşe dolu çiçeklerin
Şehvetle açılmış bağrı buza kesince yarın
Uğursuz nefesiyle duyarsız kışın,
Katlolmuş yaprağa kim geri verebilir
Zamanın soldurduğu parlaklığı, kutlu
Rüzgarın çaldığı kokuları, baygın..

Gerçek bir Güneş gerek ki görünmez kılsın diğer yıldızcıkları..

Köle ruhlu karıncalar kendi işlerine baksınlar ve iki lokma ekmek için kendini ve hayatı satmayı salık vermesinler emprovize yaşayan, özgür ruhlu ağustos böceklerine..

Ezilen veya ezen olmak; bunlar içinde bulunduğumuz senaryonun gerekleri.. Ezen konumunda olabilecekken ezmemeyi seçmek erdemdir ve varlık safhasının basamak atlayarak ilerlemesini sağlar.. Sıfırın, ılığın, grinin, nötrün titreşimi yoktur, ya da zayıftır; oluşa hizmet etmekten uzaktır. Bu nedenle en uç noktalarda titreşimlerin olması oluşun her iki zıt yönde de şahlanması gerekmektedir.. Insan potansiyel Tanrı’dır; ışığın yediyüz evresine birden erişebilme vasfıyla donatılmıştır. Allah birdir ve çok büyüktür; acizlikten beridir; hic bir yere sığmaz;ama insanın gönlüne sığar..O her yerdedir.. Basit dialektik ve mantıkla, sadece akıl yoluyla bunu kavramaya çalışmak yanlış olur; bu konuda duygu bedenimizi yürürlüğe koymak ve hissetmek gerekir.. Insanı asiliğe iten en yaygın neden bu dünyada adaletin olmadığını düşünmesidir; oysa adaleti doğru yerde aramak gerek; kendimizi yüzeysel desenlerde kaybetmeden bütünü olduğu gibi algılamaya çalışmalıyız.. Parçalara ayrılmış bir bütün bizi kolayca yanıltır..

Uyuyan güzel masalındayız ve içi geçmiş, pili bitmiş, rehavete kapılmış, tembel, tombul prenslerin hiç biri güzeli uyandırmaya gönüllü değil.. Şatoyu bulacak merakları, onca canavarla savaşacak cesaretleri, yol alacak güçlü bacakları, o yüz yıllık üşümüşlüğü kucaklayıp ısıtacak kolları yok..
Bir şekilde bulsalar bile Prensesi öpüp uyandıracak dudakları yok; günümüzün korku dolu zavallı prensleri efemine bencilliğin çelişkili yüzsüzlüğünde deviniyorlar çünkü..

Kıskanç ve meraklı zaman! Deliyor sivri tırnaklarıyla en saklı sandıklarımızı, torbalarımızı, çekmecelerimizi.. Acılarımızın sıcaklığını bile bırakmıyor bizimle; hic dinmeyen ayak tozuyla kapatıyor üstlerini; her şeyi bırakıp kendi peşinden koşturalım istiyor..

Kıskançlık kendi projektörümüzden yansıyan bır nakıştır karşımızda ekran konumuna indirgenmiş objenin üstüne.. En düşük duygu seviyelerinden biri.. Fazla kaale alınıp incelemeye değmez.. Sadece büyümesine izin vermeden yok etmek gerek.. Yüreğimizi kuşku ve kıskançlıkla doldurursak sevgiye yer kalmaz..

Çoğu zaman boş boş konuşur insan; susabilmekten daha kolaydır çünkü..Ama bazen de öyle bir konuşur ki; sözcüklere ruh üfler, yaşayan dipdiri varlıklara dönüştürür.. İsa’nın kutlu nefesiyle ölüleri dirilttiği gibi o da çürümüşlüklerden goncalar açtırır yeniden; öpücükler kondurarak italik boyunlara ümit kuşlarını kanatlandırır..İşte bu şiirdir..

Devam yazmaya kuru kuru.. Yaş işmiş yaşamak, öğrendik..

Kaç(!) gün/düz geç/er!/se geçsin, gece/ye bak/ar yüz/ü/m/üz..

Güneş çıktı da kurtardı çekingen Ay’ı göz önünde olmaktan; o en çok da son dördünü yaşarken huzursuz olur böyle seyredilmekten.. Günbegün eksilen, yarım yarım ölen güzellik; her hakkıyla ölüşü, yepyeni bir doğuşa gebe..

Ego ne denli şişkin ve takıntılı olursa, her hangi haylaz bir rüzgarın uçurtması/oyuncağı olmaya o denli namzettir..Bütün serçeleri öldürdün.. çekilebilirsin Nemrut’cum.. şimdi bana yepyeni bir rüzgar, yepyeni bir Isa nefesi gerek..

Çoktan kuruttu aç gözlü unutmak oburları Lethe’nin esrarlı suyunu..Akbaba ve leşkargası gagalarında devinen kanımızda yıkanarak mı aranmalı unutuşu..

Kirliyim.. Kirlisin.. Kirliyiz..
Zaman kirletiyor bizi.. düşünce.. ve duygular..
Şiir bile kir; yürekte biriken..
Kirin kadar konuş !.
Aşk hariç her şey kir!
Bir ışık yakmak lazım, bir ışık..
Işık ki tek kir tutmayan şey..

Susarak solmayı senden öğrendi çiçeklerim..

Insan yaşamına elbette son verebilir ama bu kendisine ve yaratıcısına yapacağı en büyük nankörlük ve hakarettir.. Ve, “aşk felaketlerden ders almaz”ken "nankörlük en büyük sevgilerin bile mezarı" olabilir..

Kollarımızın uzunluğu/kısalığı belirleyen olmasın ereğimizi (!?).. Belki makul ve anlaşılır bir durum bu ama fırsatçılık ve düşüklük aynı zamanda..”

Ses kimi zaman ruhun giyindiği bir elbise sadece; dışarı çıkarken görünmemek için büründüğü.. Ses kisvesinde ruh kendini sonsuzluğa yayarken, şarkının sonunda beden posasını bırakıp olduğu yerde, ait olduğu gökselliklere ağacakmış gibi..

Ayrılıkları giyinmişken bile kıyamadık atmaya birbirimize dair hevesleri; taşımaya devam ettik.. Ama delikmiş heveslerin torbası; hep düşen, eksilen bir şeyler oldu, bilemedik.. Sadece sezdik..

Geçmiş sevdalarla sorgulamamalıyız kimseyi; hayat yolunda yürürken çok sayıda sevda oku fırlatırız gökyüzüne; her biri bizden çıkıp kendi yollarına giderler.. Biz de kendi yolumuza..

Bol kepçe bir ölümün içinde saklanmış bir damlacık panzehir gibisin.. Bana üşenmeden, cömertçe; ölümü savmış sonsuz bilgeliği vaad edebilir misin?.Yapışmadan, boğmadan, sıkmadan..

Özgürlük davullarını bastırmayıp o gümbürtülü sevince saygı ve sempati duyabilecek yücelik ve anlayışta bir sevgiyle kucaklayabilmek her şeyi..

Henüz filizlenmiş bir tohumken ziyaret etti gülü, zamansız..
Duyduğu kokuyla bayıldı kaldı.. Hasta ki ne hasta; amansız..

Hangi kuytularında, iş bilir bir sarrafın nadide bir pırlantayı sakladığı gibi sakladı da, şimdi açığa çıkarıyor hayat, taptazeliğinde esrik aşk düşlerini bendeki küçük kızın..

Ben gidip birlikte kapılarına dayanırız sanmıştım..
Oysa ayak seslerindeki aşk fısıltıları, havadaki bu irem kokusu..
Sen gelirken cenneti de getiren misin bana, söyle!?
Içinde kırılan kırılmayan ne varsa atsın da yüreğim, sana o ürkek, ağır kapılarını sonsuzca açsın!..

Zamanın hoyrat gürültüsünün bastırdığı o cennet besteleridir ki pembe bir gülün gözüyle özlemin kızıl yangınlarını kanar, aşkı teskin edemeyen beceriksiz, biçare yüreklerimizde..

Yumurtadan çıkamamış bir özlem kuşunun kanatlanamayışındaki o acıklı hüzün..

Hiçbir cılız ışığın aklayamayacağı öyle uzak bir yok oluş özlemek ki, öyle derin.

Cennetle dünya arasındaki onca yolu sert bir şekilde düşerek gelemeyeceklerine ve o hatadan sonra zenbille de indirilmeyeceklerine göre bizimkileri getirenin bir sürü soru işaretinin bir araya gelerek oluşturduğu bir balon olduğunu düşünüyorum.. Ve hala bu alaycı soru işaretlerinin diyetini ödüyoruz..

Kendi hayatının maestrosu olamayanlar başkalarının düğününde zorla dans etmek zorunda bırakılan keyifsiz dansçılara benzerler..

Bekle canım, ölümü de savalım!

Yaşam sadece bir noktada tutuşabiliyor, geri kalan tüm noktalar sonsuz bir ölüm yinelemesi..


Sabret cicim, ne kaldı ki şurada;
ömür biter, ölümü de savarız..
Beden erir, böceklere yem olur;
Ve ben sana tüm ruhumla ‘gel!’ derim..

Belkıs gibi eteklerimi toplayarak, girebilseydim ülkene ey Aşk!..

Bir’den koptuk, önümüz çokluğa bakıyor.. Tekrar birliğe kavuşmak için aşkın kör gözüyle, geri geri..

Gecece konuşmalar.. Kapkara bağrına yazılmış simsiyah yazıları haykıran suskun karanlığın dilinden..

Yolu yol yapan yolcunun adımlarıysa, yolcusunu / var edenini bekler her yol.. O henüz kendisini bilmezken, Aşk’ı var bilip, kendisine doğru çağıran Işk gibi..

Ten’in eni boyu belli; bir zaman diliminde yalnızca bir noktada bulunabilir.. Sen teninin altını ruhunla, zihninle ve duygularınla giydiremediysen hala, yat her kiminle istersen onunla, sabaha kadar, dinmez üşüyüşlerin şafaksız gecelerinde..


Güneş olmak.. Gölgesi bile bulunamamak.. “Verecek öyle çok şeyleri vardı, ve dünya onlardan öyle az şey istiyordu ki, kendilerini dağlara, çöllere vurdular..”


Kendinden kendini doğurmak; mümkünse en iyi versiyonuna hayat vermek.. de bir gebelik durumudur hani..


Deniz kızları vardır aslında ay gibi kokan, su kadar sıvışkan..

Görebilene toprak kadar gerçek, değebilene ateş kadar sevişgen..


Ne güzel emziriyorsun her birimizi yatırıp geniş kucağına oynak sevinç, suskun acı ve şımarık can sıkıntısıyla.. Azıcık büyüse benimkiler, ellerini tutacağım; birazcık belimi doğrultsam gözlerine değeceğim.. Komplekslerimi yenebilsem hatta dudaklarından öpeceğim ey Hayat!.


Gözün gördüğü ve göremediği her renktir aşk..
Ama en güzel mavide demirler..
Eros, Phillos ve Ludus
alı, gülü, pembeyi, sıklameni severler.
Ama dostum Agape ölüm karası bir sevdayı giyinir..


Pasaklı bir denizkızı kadar bıkkın ve yorulmuş..
Hayalleri, derin denizlerde, öfkeli beklenişlerin kızgın aleviyle kurutulmuş..


Her insan saklı bir hazine, gizli bir yazıt; ancak Aşk’ın gözleriyle bakıldığında kendini görünür kılabilen..

Gömülen her şey ya kök salar, ya zehir!

Her suskunluk bir atlama taşı tüm varlığı kendi rengine boyayan şu aptal kedere..

Her ‘oluş’un bir ucunda korku tüneli öbür ucunda bir demet, aldanışlardan..

Yaşamın, ışığıyla dışladığı renkler, gizlenmiş ölümün siyahına..

Bundandır gecenin daha aşina oluşu, insanoğlunun acıklı yazgısına..

Üzerine konan ağır buz kalıntılarını sessizce taşıyan incecik dal üzerine;
Kışın ortasında çıplak bir bedenle var olarak imzalamış varlık sorumluluğunu ve üzerine abanan buzun ağırlığını.. Doğada döneklik yoktur; oluşu kabullenmek vardır; buzların ağırlığından beli kırılsa da sesini çıkarmıyor, buzu kırmıyor.. Ölümün ötesine geçebilmenin; zavallı, asi, çözümsüz bir yakınmacılık yerine sabrederek meydan okumanın resmini çiziyor... Ve sevgi var bunun özünde: geçici olanı kaale almayan sonrasızlık aşkı..Savaşta başı dik olmak cesarettir, erdemdir ama o baş eğilir yüreğe doğru, severken; Yüreğinde sakladığı o en değerliyi dış dünyanın fütursuzluğuna karşı korumak için.. Bu aynı zamanda, aşkın önünde secde etmesidir aklın..
Gerçek kulluğun kölelik ruhuyla, eziklikle, aşağılık duygusuyla, zorla razı olmayla bir alakası yoktur. Tek Yaratıcıya karşı hissedilen hakiki kulluğun barındırdığı ballar balını bir tadabilsek .. Ama önce o tada göre ağız olmak gerek..


Kül; közün kırmızısız ve özlemsiz evresi.. Gözyaşında ağlayan tüm kuşları ümitsizlik nehrine gömen.. Külüne tutsak olmayan közün özü’ne varamayan her şeyin gömüldüğü gibi..


Düşlemek, düşünmek insanın en değerli yeteneklerinden biri. sonsuzluğa değen eli.. Ama sadece düş olarak kaldığı sürece hiç bir şeydir. Onu yoğunlaştırmak, şekil vermek; bir bulut gibi bir araya toparlamak lazımdır. Düşüncedeki bulutsuluk likit bir kıvama ulaşınca tatlanır..

Kabuğun eskiyip aşınıyor diye üzülme ey güzel;
kokusunu sonsuzluğa sala sala solgunlaşan
nadide gülün vakur kahkahasını sal hüznüne..
Gözden kaybol, gönle gir de gül gül gülümse özüne..

İstemem ne Venüsün ne de Marsın tenezzülen verdiklerini..
Gitsin onlar hediyelerini iştahla bekleyenlere versinler.
Biz seninle öyle yükseklere ağalım ki sevgilim;
Venüs de Mars da elele tutuşup gölgemizde gezinsinler..

Buraya gel sevgilim.. Bak bu bizim evimiz;
Bir kapısı sonsuzluğa, diğer kapısı hiçliğe açılan..
Ve içinde doyumsuz bugünün yaşandığı..


SERMİN ÇALIŞKAN - 2009

Ey Şair! Sözünü söyle ve öl!

“Hep taraf tutar pusulalar..”

“Istencin arsızca sıcak sıcak doğurduğunu düşünce acımasızca üşüterek öldürür..”

“Sanmaklar olmakların, olmaklar bilmeklerin birer adım gerisindeyken hangi gözü pek yazgı açıklayabilir efsunlu sayıklamalarını sağır bir çiçeğin?”

“Hiçlik” şüphe oklarını en duyarsız yerlerimize sinsice saplarken;”oluş” eteklerimize yapışır uçurum kenarında olmanın tedirgin, korkak elleriyle.”“Seks; Aşk’ın hafifmeşrep, uçarı kızı.. Sık sık evden kaçıp kötü yola düşen..”

“İnsan; sonsuzluğa cilve yapan sıfırla bir arası küsurat!..”

“Mevsimler geçicidir.. Mevsimlerin geçici olması kalıcı..”

“Bırak artık ölüme doğru koşan fahişe bedenin eteklerini!”

“Bu dünyada var olmak illa zıddını gerektiriyor.. Neyse ki bir köprü sadece.. Sonsuzca sürmeyecek.. Mutluluğun dengede kalmak için acılarla el ele tutuşmak zorunda olmadığı bir dünyaya uyanacağız belki de.. Kim bilir..”

“Çıkar ilişkilerinde her şeyin ortaya konduğu en az iki masa vardır; birbirini hiç görmeyen..”

“Yeterince isteyen ve bekleyen her istediğini elde eder. Ama yine de memnun olmaz! Çünkü bu esnada kendisi değişmiştir; artık o aynı kişi değildir”..

“Her şeyi bugüne yığmak hayatın dengelerini bozar; geçmiş kurcalanmalı, gelecek hayal edilmeli! Hep “günü yakala, anı yaşa” söylemleri.. Masalsı şeyler..”

“Zamanla insana bıkkınlık vermeyen bir nesnel güzellik yoktur..”

“Gönül; akla ve düşünceye yön veren ruhun taht kurduğu yer”

“Kafamızda canlandırdığımız her düşünce nesnel bir gerçekliğe ve inanılmaz bir güce sahiptir. Tanrı’nın insana bahşettiği kutlu üfürüğün hakikate yansıması”..

“Eyleme geçişte, şüpheli bir HAYIR demek, şüphesiz bir EVET diyememekten iyidir”..

“Üreten de, paylaşan da ;” üretilen”in, görünür kıldığı gizlerde buluşur...”

“Bazılarımız için yaşam hiç açmadığımız bir kapı; gözetleme deliğinden izleyip izleyip geri durduğumuz..”

“Nefes alıyor olmak yaşamak değil! Yaşamak bir 'ihtiyaç' değil..”

“Kapkaranlık gecenin içinde saklı gündüzünü aranmak..”

“Kokusu sinmiş üstümüze o yasak elmanın”..

“Unutuş bohçasına sarılı/çınlayan kuş sesleri ümidin..”

“Güçlü kanatları olanın merdiven kaygısı yoktur..”

“En yalnız insan üst dudağını alt dudağına değdiremeyen insandır!..”

“Konuş.. Ölüm’ün kulağına fısıldamadığın hiç bir sırrın kalmayacak nasıl olsa..”

“Kimsenin yüreği daha küçük değil. Sadece bazılarının gözü daha kara...”

“Dönüştürmeyen sevişmeler => Maddenin aşınması..”

“Önce renkler terk eder hayatı.. “

"‘O’ anladığın kadar; ‘sen’ gördüğün kadarsın.."

“Beden ruhu giyinir.. Ruh bedeni soyunur..”

“Olüm: Azrail’in canı istediğinde açtığı kapımız.. Anahtarı bizde olmayan..”

“’SEN’ken 1’din, biriciktin.. Şimdi ‘O’ oldun; yani şişman bir sıfır..”

“Doğarken ‘evet’ dedik ömür çiçeğimizi koparmaya.. Suçu ölümün üzerine attık..”

“Köstebeğe göz vermişler rızkından olmuş”..

“Şiir, şuurun balıdır.. Ya da şeker kılığına girmiş zehri hazımsızlığın..”

“En saklı duygu ve düşüncelerini kelimelere peşkeş çekendir şair..”

“En yüksek dağ, en derin uçurumla sevişir..”

“Meşrebi hafif olanın kaderi ağır olur..”

“Güneş her akşam terk edişin kitabını yazıyor.. Ay, çetelesini tutuyor terk edilişlerin..”

“Ererken der.. Dererken er.. Derken de er.. Der ki ; “Erken”.. Derim; “Der! erken erken..Vakit geçer gider sen dererken..”

“Yürek dediğimiz çamurdan bir kab.. Er geç pişmesi gerekecek.. Pişemezse sevginin ateşiyle; bulunur öte tarafta bir pişirecek..”

“Kendini bulmak, bilmek, gebe bırakmak, doğurmak ve büyütmektir insan olmak.. Sonsuzluğu yutmuş küçük zerreciğin çılgın devinimi hayatlarımız..”

“Yeni bir şey öğrenmek istemiyorum. Unuttuğumu hatırlasam yeter..”

“Ölüme güvenebilirsin; hic bir yere gitmez, hep orda.. Ona sırtını yasla, ve dön yüzünü hayata..”

“Hakiki SÖZ; o saklı kitabı okuyan meleklerce kulağımıza fısıldanan.. Hz İsa gibi tıpkı; doğuranı belli ama doğurtanı gizli olan..”

“Kaçış yok yanmaktan!” Yandıktan, tüm kabuklarından soyunduktan sonra geriye kalansın sen.. Küçük, büzüşmüş, kavruk bir şey.. Ya da ışığı emmiş depderin bir nur parçası..”

“Gerçek denen sivri iğne, değer değmez patlatıveriyor hassas düş balonlarını..”

“Ödlek canlar gevşek, kirli paçavralar gibi tutunurken hayata; koca, kızıl bir yangın özleyişimizi kim yadırgayabilir..”

"Karanlığın o bildik, yumuşak, sarsak ve sır dolu güvenliğini hangi ışık, hangi özgürlük sunabilir!? Tüm atomlarımızla sımsıkı bağlıyken oluşa hangi masaldan çalınıp dillerimize pelesenk edilmiştir bu gerçeküstü özgürlük söylemi!?"

“Gece kendini ağdı gündüze.. Kabul oldu yersellerin duası.. Güneşin ışığıyla örtündü kıskanç Ay..”

“Gül toplamasını öğretmeli mi ineklere de?.”

“Kanlı gözyaşların, sümüklü salyaların mı giderecek uçurumun dinmeyen susuzluğunu !?.”

“Ey İnsan! İçine bakmaya cesaret edemeyeceğin hiçlikleri yırtma!”

“Aşkı timsah dolu bir deniz, aklı sandal olanlar..
Aşkı küçük bir sandal, hayatı coşkun bir nehir kılanlar..”

“Yeşermek için artık çok geç değil mi kızıl güle?”

“Kanımızla yazmadığımız her sözcük sinsi bir kanser gibi çoğaltır en duyarsız düğümlerimizi..”

“Ah in-san! Sadece inanmak ve sanmak var kaderinde.. Bilmekse koca bir yalan..”

“Aynaya bakan bir ayna; ya sonsuzluğu seyreder ya da sonsuz bir boşluğu aynada..”

“Siyahın içindeki gizli renklere inanın.. Işığa değince sonsuz uykusundan uyanacak olan..”

“Tabiatta her şey yerli yerinde konuşur, insan hariç.. Öyleyse en gerçek uyanışlara gebe kalmalı susuşlarımız..”

“Çiçekler özlemeyecek kadar bencil midir ayrıkotlarını?.”

“İnsanoğlu; dört unsurun sonsuz kombinasyonu..”

“Silgi; kalemin fedakar hizmetçisi.. Kalem ne denli kendini bilmezse silgi o denli yorulur; yer bitirir kendini..”

“Yine sabah oldu; ışığın karanlık üzerindeki hükmü bir kez daha kanıtlandı..Biz yine aynı biz;uykunun ve gecenin alamadıkları bizimle kaldı..”

“Kalemimiz o asıl kalemin izlerini aranmıyor; bulduğu yerde ilahi izlerin üzerini çizerek görünür kılamıyorsa boşuna yazıyoruz..Boşuna!.”

“Kibir, korku, endişe, kuşku, kıskançlık vb. düşük duygu seviyelerinin/komplekslerin ham maddesi ZANdır..”

“inanmayın sahte ışık arayıcısına! En çok ışık ve güzellik rahatsız eder insanı. Korkar aydınlıktan; nereye kaçıracağını dahi şaşırır;hantal bedenini,ham bakışlarını..”

“Her insanda gizli bir kanat vardır; diğer yarısını bulup elele tutuştuğunda görünür kılan kendini..”

“Gece yoktur Güneş’e!..”

“Sakınmaz aşk kendini dört unsurun en belalısından..”

“Eğer yaşıyorsam söz dinliyorum demektir.. Bari sözün en yüksek yerden gelenini dinleyeyim..”

“Biz ölüyken işlenmemeli en azından katili olduğumuz cinayetler”.

“Ey insan! Evinin altı kapısına da iyi bak, girene ve çıkana dikkat et!..”

“Kendini götürmediğin her yolculuk anlamsız bir spordan öte bir şey değildir”

“Şiir yazmak, baş kaldırmaktır sessiz sedasız ölüşlere.. “

“Mezarlarımızı sırtımızda taşıyoruz; yıllar yılı, an be an..Ve ancak içine girmek için indiriyoruz, ölmeden önce, bıkkınlığımızdan..”

“Bana Aşk’tan bahsetme.. Aşk ol!..”

“Can veririz, canlandırdığımız her ateş için..”

“Kader tarla olmalı; Tarlanın sınırları belli.. Ama bu tarlayı nasıl işlediğimiz, neler ektiğimiz; ne denli itina gösterdiğimiz hep bize kalmış..”

“Eski kabuklarından soyunamayan yürek korkaktır; boğar ışığını kendi içinde.. Saat, sessiz bir cinayeti gösterir..”

“Kendinden kendine doğru yol almak mümkün ve kolaydır; Aşk’ın tuttuğu ışıkla aydınlanan yolda..”

“Cesareti olmayanın pek bir şeyi yoktur..”

“Suyu kırmak için önce iyice bir üşütmek gerek..”

“Şair; söz uçurtmasının kuyruğuna asılı ruh..”

“Güneş susarken sessiz çığlıklar atar hep karanlık..”

“Aklımızı çengeline asılı tutan o soru işaretleri.

“Her söz her kulağa, her aşk her yüreğe göre değil..”

“Ağıt yersele doğru inerken, sevinç türküsü göksel olana doğru ağar..”

“Aşk.. Biraz daha aşk..”

“Uyku ve unutuş.. aşkın sevmediği iki şey..”

“Gözlerini zamanında yummasını bilemeyenler; gözlerini asla açmak istemeyecekleri görseller yaratabilirler zamansız uyanıklıklarında..”

“Bekleyişin ölgün mangalında zamansız eriyişler..”

“Ah hayat, bir an dursan da bakabilsem yüzüne..”

“Surlar örer susamışın susuşu..”

“Sanal sanıları sanık sandık.. Katli vaciptir akılsız masumun..”


SERMİN ÇALIŞKAN (2009)