12 Kasım 2009 Perşembe

Üzerine düştüğü her şeyden daha güzeldir ışık.. Sakınmasızlığı, teşhirciliği bundan..

Mutluluk hep köşeden "U" dönüşü yapıyor.. U/mutluyuz..

Benim tek derdim esaretim.. Göğünden büyük kuş büyüten cesaretim..

Bembeyaz kanatları acı katranlarına bulanmadığı sürece gezilmedik yerini bırakmayacak bu çiçekli bahçenin, uçarı düşüncem benim.. Ve onun değerek acıttığı her manayı şefkatin incecik parmakları saracak..

Bütün renkler denenmişti.. Hepsini beyaza gömdük.. Kalem, iki boyutlu kıtlığı çizerken, beyaza değdiği her yerde renkler siyah siyah kanadı..

Kara değil sadece ışıksız gece..

Gece mi yürür üstümüze üstümüze,yoksa eteklerini toplayarak giden gün müdür?

Ölüm mü dayanır alacaklı gibi kapımızaYoksa geçip giden uçarı bir ömür müdür?

Zaman sinsi bir soğukkanlılıkla biriktirirken sessiz evetlerimizi, sükut çoğu zaman ikrardan değil anlayamamanın verdiği şaşkınlıktan doğar.. Kim bilir hangi ucundan kaptı rüzgar eteğini, sirke suratlı dertlere doğru çekiştirirken; kim bilir kaç serap... özlenir durur üvey yaşantılarda, hiç tanışamadığı mutluluk çölünü..

Yalnızlığın gün görmüş, görmemiş bir sürü yüzü ve tanımı vardır kuşkusuz.. uçsuz bucaksız bir beyazlık kadar tanıma açık, soğuk ve üşüyen.. Sadece aşkın ısıtıp, terleyen bir kar tanesine dönüştürebildiği.. Metamorfoz..

Bana ışık, bana zaman, bana aşk..bana her şeyi verdin.. verdin de biliyorum..bir cımbızım olmadı.. olamadı çekip çıkarmaya hayatı..çıkarmaya katran gibi bir olmak batağına saplanmış..

'Aydın'dan 'aydın'a fark var.. Kendi ışığını yayana da, sadece kaza eseri aydınlıkta bulunup üzerine düşen ışığı zavallı pütürlerince yansıtana da 'aydın' diyoruz.. Oysa ışık tektir ve onu yansıtma kapasitemiz tamamen kendi ham maddemizin yapısına bağlıdır..Yaşlandıkça kuruyoruz..

Her şey geçer.. Boyayarak, sürtünerek, gıdıklayarak, acıtarak, bakarak.. Bir şekilde hayatına değerek..

Açlık, diğer bütün güdüleri yer..

Şu ikinci şahsa yazılan bol vaatli, ağlak ve muallak dizeler neden bu kadar sahte, yavan ve sıkıcı geliyor bana.. Bir ölümlüyü asla ilahlaştıracak denli sevemeyeceğimi, sonsuzluğu bir noktaya sıkıştıramayacağımı anlıyorum.. Yanılıyorum belki de.. Hem, zaten Aşkı da yedi kat göğün en yükseğine çıkmaya merdiven olsun diye istemiştim..

InSANcıl bir emin olamama SANcısı.. Tek ilaç Hissetmek..

Susuzluğunu giderenin adının su olduğunu bilmesen bile içtiğinde susuzluğunu gidermesi gibi..Ortada bir balon var; adını "olmak" koyalım..İçinde, özel koşullar sağlanınca sıvıya dönüşebilen bir gaz olduğunu düşünün;"Sanmak" balonun içindeki gazı içine çekip varlığını hissetsen bile tadından emin olamamaksa; "hissetmek" o gazın sıvı halini içmek ve susuzluğunu gidermektir..

Katmer katmer uyanışların bir yarım uyanmışlığında konuşlanırken, su üstüne yazılan yazıların algılanıp, vesaik mukabili yaşamların katı kontörlerinin kapının önünde bırakılacağı yepyeni bir gün, yepyeni bir uyanışın yaklaşmış olabileceğini kim inkar edebilir..

Hem sen, sen değilsin, hem yoksun; iki kere yastayım..

Önemli olan hangi mevsimin, hangi yolundan, ne kadar zamanda yürüdüğün değil.. Yolu nasıl yürüdüğün, yolun sonunda nereye vardığın da değil.. Çünkü yollar da, mekanlar da, zaman da geçicidir.. Kalıcı olan sensin! Ve, yolun sonunda senin ne olduğun önemli olan..

Özgürlük kuşunun kanadına sevginin taktığı bu kurdele.. Pek şirin, pek güzel ama kanat çırptırmamak gibi bir yan etkisi var..

Önce gözünü, sonra gözünün önündeki perdeyi aç..Açmadan bilemezsin arkasında ne var; ne kadar gerçek, ne kadar oyuncak..Şöyle derin bir yaşamak yut; tükürür gibi öfkeyle hepsini bırak..Ve işte orada; tut ucundan usulca sallansın perde, olmaktan hiçliğe doğru kıvrak kıvrak..Şimdi yapamasan bile, inan son nefesinle kaldıracaksın perdeyi, Azrail'in gözlerine bakarak..

Her şey çokuncu el..

Kara bulut! istenmeyen misafiri göğün, pis uğursuz

Maviyi örtmenin utancıyla der; "varım ben de!", fütursuz..

Aşkındır aslında şefkatinde bazen güneşten bile fazla;

Feda eder yeryüzüne damladan bebeciklerini, tükenip yok olsa da, hazla..

Söz söyleme mevsimi değil artık, bildim..Bir kerecik gülümseyince aşk Fizan'dan;Yere göğe yazdığım bütün yeminlerimi sildim..

Aşk bizim kayıp ülkemiz.. Aşk'ı bekleyen Hüsn.. Yolcusunu özleyen yol.. Görülmeyi dileyen güzellik..

Olmayan bir problemin çözümünü arıyorsak çözümsüzüzdür..

Beynin ukala kıvrımlarına yakıştırılamazken bir damla kırmızı kan;

En kansız düşünceleriyle hiçliğin hangi yüzsüz yüzeylerini boyayabilir insan!?

Kiloyla değil, yarım yarım satsalar ya şu elmaları, seçemiyorum..

Ne yapılır bu 'gerçek' denen şeyle? Yenir mi, içilir mi, yaşamın üzerine mi serpiştirilir, gardrobun en tenha köşesine mi saklanır, çantaya cebe atılıp doğum gününde hediye almayı unuttuğun arkadaşlara mı verilir, ne yapılır?!Karanlık bir dere gibi sızıyor ölüm, ıslı ve ıssız yollarına hayatın..

Gelen ölüm değil, giden yaşamak aslında..Işık oyunu.. "Ölüm de var" mı ki sahi? Dışardan bakanlar için görmeye alışık oldukları fazdaki ışığın yokluğu sadece.. Son derece göreceli..

Objeler değişir, aşk değişmez.. Gönlümüzün asıl susuzluğunu çektiği aşk şekilden de, nakıştan da uzaktır.. Ona erişmek uğruna suretler parçalanır, hayatlar harcanır; şuurluyken öfkeden, şuursuzken yanlış anlamaktan..

Bu dünya düzleminde bilginin ham maddesi farklı.. Kolay öğreniyoruz ama kolay unutamıyoruz.. Bilmemenin masum, yumuşak beyaz evreninden, bilmenin çok renkli, sert şekilli ve yoğun evrenine dalarken ne kadar akıllılık ediyoruz?

Beyazın küstahlığı, siyahın utangaçlığında saklı..

Ruha doğunca güneş, yırtar gecenin perdesini yırttığı gibi, ölümün perdesini de!

Gözümüz tok çıt kırıldım aynalara; serini de, sırrını da veren, kırılmaz dosttur bizim aynamız..

Kopan bir zemberek daha kaç kere kopartır kendini?Bıçağı bıçakla kanatmaya, kanı kırmızıya boyamaya ne hacet!Çılgınlığı bayrağına asmış bir deli kurbağaları tersinden vıraklatır..

Ah ne yorucu şey anlamsızlık içinde cılız anlama bakmak! Gönül gözüme kapak olur musun ey aşk!

Ludus değil ki elma armut deyince ortaya çıksın! Olsa olsa Azrail'le satranç oynar Agape..

Madem sadece bir kez öleceğiz.. Neden olmasın!..

Gün/düz geçiyor.. Gece kıvrımlı..

Biz hep bu vakitler tutunuruz yıldızlar kadar parlak, gece kadar karanlık saçlarına sevdanın.. Cennete giden yollar gibi uzanan, uzanan üstümüze..

Dünya benim dünüm.. Yarınsızdır günüm..

Topraktır özüm; cesetler alır güller veririm en yedivereninden..Şaşkın İblis! elmayı bile sana iş çıksın diye yedim ben!

Sermin Çalışkan - 2009

11 Kasım 2009 Çarşamba

Üzüm kendini geri çağırıyor şaraptan..

Kandan süzülen gül
Şaraptan süzülen üzüm
Gibisiz şiir
Ölüm gibi ölüm..

Grape summons itself back from the Wine..

The rose tears from the blood
The grape; from the wine, leaks
The poem; exhaustive, seem-less
And the death; without incomplience..

Sermin Çalışkan - 2009

Kokusu Hayatın / Perfume Of Life


Kokularını çalıp parfüm yapıyor kendine hayat
Aşk, şarap, kan ve gülün..
Gidermek için, üstüne sinen
Kesif kokusunu ölümün..

Life steal its perfume from scarlet roses,
love, blood and wines;
to quench the dense scent of death,
pervadeson all sides..

Sermin Çalışkan - 2009

10 Kasım 2009 Salı

Kurşun kendisini vuramıyor!..

“İçimizdeki sonsuz ıssızlığı kovulmasız bir cennete çevirebilmenin zavallı çabası: AŞK..”

“Hissetmek; sonsuzluğa uzanan elimiz..”

"‘Düşmek’lerin en güzeline dolandırılamamak urgan payı..”

“Ve geldi ölüm yeraltı dehlizlerinde üşüttüğü kurşuni kanatlarıyla.. Yine yeni bir nefesle ısıtacak obur üşüyüşünü.. Yaşamak için çok eğri bir mevsim olmadığı söylenir”

“İğne sadece okşamak istemişti balonu..”

“Ne çirkindir yüreğin ve zihnin derinliklerinden süzülmeyen sahte cengaver sözcük öbeklerinin gürültücü dilenciliği eteklerinde duygu ve beğeni kalelerinin.. Kocamış fahişe çirkinliği ve kokusu bataklığın..”

“Hüzün likit kıvamda, akıcı; sevinç ise kuş tüyü gibi hafif, uçucudur.. Hüzün sağanağından korunmalı ıslanmak istemeyen, sevinci ise dermeye çalışmalı kanatlarını büyütmek dileyen..”

“Belki de bir üretim hatasıdır düşünmek.. Yaşama karşı ortaya çıkan alerjik bir reaksiyon”

“Şakaydı, hepsi şakaydı; bu dünya bir imtihan yeri falan değil; cennet, cehennem de yok; o baş belası yasak elma ağacı da duruyor yerli yerinde.. Ha şeytan mı? Komşunun şakacı, muzip oğlu tabii ki, ne sandınız!.”

“Şiir, şarkı söyleyerek dinlenme saatidir o derin düşüncenin..”

“Yavaş yavaş açılan bir bohçadır hayatı insan için.. Bir seferde açıp da içinde ne var ne yok bakamadığı; sadece zamanı geldiğinde ve ancak o ‘an’ın ışığı vurduğunda nesnelerinin kendilerini görünür kıldığı..”

“’SAVAŞKAN’ olmalı insan.. Öyle ki sonunda kendini de ‘SAVAN’, geriye sadece ‘AŞK’ kalan..”

“Bize teğet geçen her aşk oku ümit kuşlarını tam on ikiden vurur, neden!?!”

“Çıkarmak tohumu henüz filizlenmemişken yürekten; ufak bir unutuşla çarpıp sonsuz bir yokoluşa bölmek..”

“Çoğu evli çift koparıp tutkunun titrek tellerini yüreklerinden; harap ve yıkık bir kalenin suçlu suskunluğunu demlenir bir ömür..”

“Ölüm kusmakta hayat, ve ruh!.. Azrail’in suratına..”

“Nerde bu insan denen bataklığı yıkayacak su, kurutacak güneş, göğe ağdıracak rüzgar, nerde!.. “

“Zaman! Aşifteliği elden bırakmayan gizemli kocakarı; Her sandığında ne cinler, ne hazineler saklı..”

”Yalnızlık odur ki; ellerini ve gözlerini unutmuşsundur sonsuz bir boşlukta; değemez kendisine bile.. Sese susamış bir kulak; sahipsiz, can atar duymaya seni; ister konuş istersen kekele..”

“İstenen, isteyene istetendir.. Ortada iki nokta olmasa onları birleştiren bir doğru da olamazdı.. “

“İlişkilerde ideal olan çemberin çap uygunluğudur.. Dokunmanın en tatmin edici olanı ise çeperlerin üstüste örtüşmesi, birebir değmesidir.. Çapın küçükse karşındakinden; içerde kalır boğulursun.. Daha büyükse; dışarda kalıp yalnızlık hisseden olursun..”

”Şiirden biraz daha çıplaktır gerçek.. Bazen çirkin bir kokonayı süsler şiir; büründürür ilgi sömüresi bir gizeme.. Bazen de dokuduğu şal cefadır, haksızlıktır nefes kesici, ölümsüz bir güzele..”

“Düşler.. Gece şehrinin ılık nehirleri.. En kuytu yerinde gecenin, şehrin ve nehrin ürkek bir aşk meleği yıkanır..”

“Karanlık gecenin gölgesine saklanmış siyah inciyi seçebilene,damlanın okyanusla öpüştüğü ürkek dudakları çizebilene,gönül kanının yürek çeperine çizdiği aşk nakışlarını çözebilenedir dürr-i dane..”

"Sıyrılabilerek yaşayan yaşamayan hortlaklarımızdan, kendi yüreğimize GÖZ - KULAK olabilmek.."

"Ve nice şaşkınlar vardır ki seks kuyusunda debelenirler de aşk denizinde yol aldıklarını sanırlar..
O sabırsız, o gönülsüzlerdir ki üşenmişlerdir yol alışın bezdirici çöl kumlarıyla güreşmeye ve ıskalamışlardır kucaklaşmayı sonsuz bir aşkın uçsuz bucaksız deniziyle..”

"Her şey uysal bir kabullenişle fazlasıyla yolunda(?) gidebilseydi eğer, yalnızca kendine saklı şifreli bir kitap gibi kalıverecekti bir köşede.."

“Kıskançlık kendi projektörümüzden yansıyan bır nakıştır karşımızda ekran konumuna indirgenmiş objenin üstüne..”

“Kızıl nehirlerdir akar ağılı coğrafyamızda.. En doğurgan göğün bile boyayamadığı maviye..”

”Ego ne denli şişkin ve takıntılı olursa, her hangi haylaz bir rüzgarın uçurtması/oyuncağı olmaya o denli namzettir..”

“Geceden daha kara bir sevdadır ki saten bir çarşaf gibi örtünülesi ve öpülesi kılar yolunası simsiyah saçlarını gecenin..”

“Son ümit kuşlarının çırpınışlarıdır en çok acıtan, öncekilerin cesetleriyle dolup daralmış yüreği..”

“En becerikli ressam; hayatın en kuytu köşelerinde saklı ana renkleri koklayarak bulup, görerek açığa çıkaran ve duygularının en berrak sıvısıyla katıştırıp, rengarenk düşlere boyayabilendir kendi hayatını..”

“Aptallık doludur insanoğlunun yazgısı genelde; güller tutunmaya çalışırken uçurum kenarında hayata, burun ya bir çukura sokar kendini ya da trekking yapar kaf dağında..”

“Tohumun, kendinde saklı çiçeği sezip, dört unsurun kimi zaman acı, kimi zaman haz veren okşayışlarına ses çıkarmadan, hoşnut bir dinginlikle bekleyebilmesidir sabır..”

“Dünyanın sonu buz mu ateş mi diyorlar; bence ikisi de değil.. Toprağın sudan, ateşin odundan tiksinmesiyle başlar son..ve biter..”

“TEN imden TIN ime koca bir enGEL(!) var..

“Gerçek şiir, ki meleklerin fısıldadığıdır kulağımıza.. Cennet bahçelerinin bize ulasan kokusu, o muhteşem ‘gel!’ sesi Tanrı’nın..”

“AŞK = +1, AYRILIK = -1... Aşk ne kadar yüksek bir dağsa, ayrılık o kadar derin bir uçurumdur.."

SERMİN ÇALIŞKAN (2009)

Kimsesiz çocuklara yeni giysiler bile dikilemez eskimiş ömürlerimizden..

Hep en kolayıdır vaz geçmek.. Ümit serçelerinin minik gagalarına asılı, kopuk ibrişimler misali istemlerimiz.. Gercekleşmeyen hayallerin iç çekiş ve iniltilerinden başka bizi boşunalığın sekmediği sokaklara hangi zamansız düşen yaprak uyandıracak.. Ah ömrümüz ! hoyratca sakındığımız yaşamaktan.. Oysa, kimsesiz çocuklara yeni giysiler bile dikilemez eskimiş ömürlerimizden..

Hep böyle sası bir koku mu kalır, Eprimiş sevdalardan geriye.. Arsız yediveren bile solmayı öğrenir, küserek varyemez bir güneşin buzdan öpücüklerine..

Ey kalbim, yıllardır biriktire biriktire içinde taşıyıp da bir türlü nereye koyacağını bilemediğin hep aynı aşk farkında mısın!?.

Dayanın ümit kuşları, ha gayret, uğraşmaya değer!
Düşler ülkesine giderken kanadı kırılan bu sarsak sevdayı
daha sıkı tutun minik gagalarınızla, yoksa düşer!
Bir aşka daha mezar olmasın, ne olur, şu kokuşmuş leşlerle dolu ıssız vadiler..

Duygular da fanidir, beden gibi..

Hissetmek bilmek değildir, ama biz insanlar ancak hissedebildiğimiz kadar bilebiliriz..

Bunca su, bunca kuraklık.. Denizin ortasında susuzluktan ölür bir denizci..

Ölüm tohumunu bırakıyor dirimin çekirdeğine..

Uzak, yılgın, yangınlardık minik ümit kıymıklarıyla birbirine tutuşan;
Fevri alazlarında hayata rağmen çoğalan..
Henüz pek erkendi o uğursuz rüzgara hoyratça okşatmak için kendimizi;
şüphenin sinsi nemi boğdu alevlerimizi;
başka yönlere bakar olduk..
Köz oldun, söndün, soğudun..
şimdi suskun ve küskün küllerin tokatlıyor üşüyen yalımlarımı..
Acıyarak azalıyorum..

Minik bir çamur parçasıydı;okyanusa susamış;
önce güneş öptü onu,ölüm gibi yakıp kavurarak;
tozunu toprakta bırakıp göğe ağdı.
Birikti berrak,bilge bir damla olana dek,
rüzgarın hikayelerini dinledi.
Özlem yağmur olup yağınca yere düştü damla;
okyanus üzerine ‘Aşk’ı yazdı;
okyanus bu şifreyle kapılarını açtı da ona;’gel!’ dedi..
Kandı susuzluğuna,’bir’ oldular..

Ilişkilerin de canı vardır; ölmüşse ölmüştür..
Defnetmekten başka yapacak bir şey yok..
Ölmüş bebek emzirilmez; sütünüze yazık,
kurumuş çiçek sulanmaz; gözyaşlarınıza yazık,
cesede kan verilmez; kanınıza yazık..

Hayatın istenmeyen olasılıklara meyletmesinde anlaşılmayacak bir durum yok aslında; desteklenmeden kendi haline bırakılan her şey aşağıya,; eylemsizliğe, durağanlığın çekim merkezine yönelir..
Her şeyi ayakta tutan, yükselten yüreğimizdeki kuşların kanat çırpmalarıdır..

Yeniden doğuşun gizil bilgisi, apansız sevinci, bakir hazzı için ‘evet’tir ölüme..

Neler yapmayız ki şu yer küreye; her türlü nimetini tüketip, tükrük, ter, kir, dışkı üretiriz..
Ama öyle bir şey yaparız ki minnetle affeder bizleri;
‘Sevmek’ tek anlamlı yeteneğimiz..

Melekleri Adem’e secde ettiren; sevmek yeteneği, aşk bilgisi..

Bir kaç sözcük bir araya gelip bütün bir anlamı giyinirler, ya da ipsiz sapsız saçmalıkları..

Öylesine inceltmek çeperleri ki sarmalayabilmek ruhu ve bedeni bir avuçluk kalple..

Karanlık yokluktur; ışığın yokluğu.. Ancak ışık gelir, o bir yere gidemez..

İstemin ne kadarı özlemdir ?! Özlemin kaçta kaçı ümit ?! Ümitte ne kadar sabır gizlidir, sabırda ne kadar inat ?! Kaç gram korku bir tutam sevgi ışığına gölge düşürebilir ?! Katalizör olmak mı, çözünen olmak mıdır acıyı verirken bir yandan da deren ?!.

Mekanik insan çağından otomatik insan çağına geçişler yaşıyoruz; Bu plastik şaşkınlığı hangi pozitif yaşam felsefesi sindirimi kolay hale getirebilir, çöpe karışmış hayatımızı hangi geri dönüşüm projesi bize geri döndürebilir!?

İşgüzar savunma psikolojimizin coşkumuza attığı sinsi bir kazıktır can sıkıntısı ve isteksizlik..

Geceleyin Güneş avına çıkmış şuursuz avcılar kadar şaşkınız bazen arayışlarımızda..

SERMİN ÇALIŞKAN (2009)

Er geç geç/er

Ne çok mimar, ne çok hüzün kenti tek kişilik..

Hayat minik öpücüklerle sürekli oyalarken, ölüm tek bir öpüyle götürür adamı..

Kaf dağı kadar taş düşsün başına,
zümrüdü anka tepene yapsın.
Sen bana arkanı dönerken şaşkın,
bütün masalları yarım bıraktın!

Sessizlik yalan.. Her şey konuşuyor..

Dünkü bu vakit; gün, gizli aşığına koşan oynak bir gelin gibi, alevden eteklerini nazlı nazlı denizin üstünde sürüyerek Olimpos ufkunda geceyle öpüşmeye gidiyor..

Keşke kabuk değiştirir gibi bırakabilsek
tüm eskimişliklerimizi bir koyun sahiline tek tek..
Ama içinden doğru soyunur yürek;
kadınların regl hali gibi..
Tazelenebilmek için derinden,
bol bol göz yaşı ve yürek kanı akıtmak gerek..

Eros’la konuşmaya gittim;
’Nedir bu kanlı,acılı ok saplama işleri?
Hem nasıl isabet ettiriyorsun bir atışta güzelim kalpleri?
Aşk tozu falan serpsen diyorum onun yerine,
böylesi daha mı şık ve havalı olurdu ne?’
'Yok’ dedi Eros ‘olmaz, olamaz!
öylesi benim de işime gelirdi ancak,
terk edip gittiğinde onları aşk,
okun sapı olmazsa insanlar nereye tutunacak?
Yara bazen en güzel arkadaştır insanı avutacak..

Deniz koynundan koparıp kumsala fırlatıyor; taş kadar ağır, balık kadar kıvrak olamayan ne varsa içinde.. Her kum tanesi kısır bir öksüzlüğün şarkısı bağrından gül bitiremeyen..

Ah Akdeniz!
Işveli, oynak kız..
Bitmeyen yaz..
Yalnızca sevilende hoşa giden naz..

Kaç Patara kumuna gömsem örtebilir ki seni..
Işte bu yüzden hic affedilmeyeceksin ey mızıkçı yürek, inatçı susku, arsız unutuş!..

Belki Arafta ve Cehennemde vardır ama Cennette ‘Zaman’ mefhumu olduğunu sanmıyorum..-An’ın Sonsuzlukla öpüştüğü yer olmalı Cennet-.. Zaten bize yaptığı bunca kötülükten sonra Zamanın Cennete girmesi haksızlık olurdu doğrusu..

Aşk olmasa kimse inandıramazdı beni düşünmenin varolmaya, varolmanın yaşamaya yeteceğine..

Gel kalbini kalbime yasla;
yarımlığın tamamlansın yarımlığımla..
Bak nasıl olmaya duruyoruz seninle;
en belalısından bir kızıl elma..
Adem’le Havva’yı aklayacağız daha;
ödeyerek diyetimizi o uğursuz ilk günaha..

En iyi bildiğimiz şey değil mi b i t i ş m e k,
En sonunda kara yağız bir ölümle sevişmek..

SERMİN ÇALIŞKAN (2009)

Şiirimtiriks

Yokluğun yutağında hazmı zor, iri bir yutkunma olacaksak bile; ne gelir elimizden aşka ve sonsuzluğa inanmaktan öte..

Gecedir geniş, kara sinesinde bütün günahları saklayıp örten diyorlar; ne büyük yalan!
Her günah şehvetin sinsi ışığını barındırır içinde oysa;
aydınlıkta saklanıp karanlıkta kendini görünür kılan..

Önce ısırmalı şu ukala geceyi;
yırtmalı en zayıf yerinden,
soymalı kara abasını kat kat, derin..
Kalbinde ağdalı bir ışık saklıyor seziyorum;
pek utangaç, işveli, kor gibi
ve gerçek kadar serin..

Bir göz kırpılışıdır bebeğine dönerken postacı çalınmışından ışığın..
Ha maske ha yalan; herkes kadar vitrin mankeni bir yanın..
Yoruldum kestiği haraçlardan açgözlü zamanın!
Beni arayan gözünün önünde değil, gözümün arkasında arasın..

Off mankafa yüreğim, sus biraz, sus da beni dinle;
yalnızca iki yol var önünde; biri ölüm, öteki sevda mı ne..
Kimse seçmese de, arsızdır ölüm dediğin; yapışır gelenin gidenin ensesine.
Bence bırak onu bunu, sevdayı seç sen;
ölüme gülümseyen mutlu bir ejderha gibi diriltir seni;
aymaz bir hazla bin kere öldürse de yine..

O bir tek ısırıkla bilmeyi öğrendik, kıyısından bucağından..
Hep bundan kaynaklanıyor yarım yamalak olmamız, bundan..
Bari oturup adamakıllı doyursaydık karnımızı gelmeden önce;
şimdi kalan kısım kemire kemire yiyemezdi bizi, en kurtlusundan..

Hem iyi bir kavalye değilsin, hem benim dansımın müziğini çalmıyorsun Hayat! Uyumsuzuz işte!.. Sen lutfedip bana ayak uydurmayacağına göre, ben de Schophenhauer gibi anlayarak harcamaya karar veriyorum seni..

Sur’a üfürülünce nasıl kalkarsa ölmüşler yerlerinden,
uzun bir uyku sonrası şüpheli bir güne uyanmış olmanın korku dolu gözleriyle, şaşkın;
bir çağırışınla hortlar mı, yoksa incelikli arkeolojik kazılar mı gerektirir bilemem,
kalbin en ücra bahçelerine gömülmüş kalıntıları, doğar doğmaz katledilen bu aşkın..

Olmayan yokluklara hiçlik manzaralı kapılar, cennet manzaralı pencereler açarak, ağrılı bir merakın iştahlı labirentlerini sinsice kurgulatan şır şır kanlı, bol bol şerli şiir; git kendini kendine oku! Ben kendimi kendime yaşayacağım..

Kimsenin itiraf edesi yok kendine bile hangi yabancı sığlıklarda çamura bulandığını işgüzar eteklerinin.. Ah bir doğru tutturabilsek koordinatları, o kaygan hedefi! En dipsiz derinlikte, en göksel yükseklikte, en ulaşılmaz hayallerde; orda, burda; şunda, bunda, onda değil; Tam buramda, tam şuranda! İnsan olmanın derin ezgisi, o en kutsal tapınak.

Küçüğüm henüz, içimde ne kadar kelime varsa dökülsün, bırak!
Büyüyünce ne mi olacağım; ağzı açık, hayran, delimtırak!

Giderken yanımda götüremeyeceğim hic bir şey istemiyorum bu hayattan..

Gözü kör, kedi, kara, oyulası geceler.. Saçları katran kara, yolunası geceler..

İğreti gecelerin kuş konmaz rüyalarında hep aynı uğultu yüreğin sayıkladığı. Uyanışlar uyurgezer; kendi çığlığımıza.. Ey beden, al şu emaneti sıratın en ince yerine bırak ve terket! Boyunun ölçüsünü alasım var bu yokluğa yakın hiçliğin!..

Öff be hayat! Hemen havalara girip yapışma elime eteğime.. Ben sadece geçerken öylesine uğradım..

Şu prens bozuntusu vardı ya hani;
hep beklenen, hic gelemeyen sevgiliye;
cadı onu değil, o cadıyı ayartmıştı vaktinde,
bir kurbağaya dönüşmek için ille;
sahip olmak adına becerikli bir dile,
affetmeyesi uçanı kaçanı -aşk dahil-,
bazen sinsice yaklaşarak, bazen de öpücük bahanesiyle.
Ama öyle yakındı ki aşk hiçliğe;
olmadı, yetmedi yakalamaya kurbağanın çevik dili bile..
Başladı bataklıklarda dolaşıp bet bet vıraklamaya..
Var mısınız kızlar kurbağaya o kutlu öpücüğü vermeye!?

Kendini suyla temizleyip ateşle dönüştüremiyorsan rüzgara bırak fena halde yıpratsın.. Sarmaş dolaş olmadan önce toprakla adamakıllı ..

Ne güzel susuyorsun, koyu, siyah bir hiçlik gibi.. Zevkle..
Peki, olduğu yerde kalsın o ok, ‘geçmiş olsun’ de ve ilerle!..
Kusulmalı oysa ne varsa hazmedilemeyen içerde;
Yoksa tırmalanmaya devam edecek ömrümüz
küskün ve suskun bir sevinin kudurgun pençeleriyle..

Kan boğulur coşkuda; tersinden atılır imzası kırmızının..

SERMİN ÇALIŞKAN (2009)

Ey İnsan! Tutuşturduğun ateşe dikkat et..

Ey İnsan! Tutuşturduğun ateşe dikkat et.. Hem içinde yanan öz ışığını/ateşini canlı tutmak, sönmemesini sağlamak; hem de başkalarında ve hayatın diğer unsurlarında tutuşmasına sebep olduğun ateşlerin er geç senden hesap soracağının bilincinde olmak.. İlerde eteğinin tutuşmasına sebep olacak gelişi güzel, anlamsız egoik ateşler tutuşturmamak, körüklememek..
İnsanlar gücü, hırsı, tutkuyu, ilgiyi severler.. Sevgi adına değil de bu sebeplerle fazlaca düşünmeden oraya buraya fırlatıverirler ateşten oklarını.. Oysa yaktığın her ateşten, söylediğin her sözden, yaptığın her edimden sorumlusun..

Kömür de, elmas da birer karbon türevi.. Kömürü ateşe atıp yakarlar, elması baştacı edip saklarlar.. İşte bu dünya kendimizi dönüştürme alanımızdır; kömüre ya da elmasa..“Elmasa dönüşmektir aydınlanmak”; kalp, beden, ruh ve zihin titreşimlerinden açığa çıkan o değerli ışık, ‘nur’dur; Tanrı’ya yaklaşan yanımızdır..

Hoşgeldiniz sevgili ziyaretçiler. Bu gördüğünüz yere dünya derler; burada ömür harcanır, ölüm alınır.

Her yürek ayrı bir orkestra..
İki yüreğin birlikte müzik yapıp aynı şarkıyı söyleyebilmesidir muhabbet..
İki gönül arası gerçek bir birleşme için istemlerin sıratı geçebilecek denli saf ve temiz olması zorunludur.. İstemler içine sızmış minicik bir kir bile bütün kimyasal reaksiyonu sabote etmeye yeter..

Yaşamın, tombul, sarsak baldırlarını doygun fakat küçümseyen bir kendini beğenmişlikle ukalaca okşadığı, bir duvar kadar kendinde unutulmuş, mide merkezli hoşnut ev kadınlarının gönüllü köleliğindeki sarsılmaz huzuru çekiştirişi eteklerinden bu haylaz, tatlı kiraz mevsiminin..

Ah o vakti zamanında bize elmayı yedirip cennetten sürdürene!.
Dünyadayken de boş durmayıp kiraz mevsiminde ayvayı yedirene!.

Doğruyu bilmeyen yanlışın yanlış olduğunu bilebilemez..

Ölüm; Pusulanın en kutsuz kutbu..Yıldızlar kaybolmuş.. Ay, Güneş muğlak..Buluruz yolumuzu ölüme bakarak..

Normal, üzerinde özgür bir yolcu gibi yürünebilen bir yol değil ‘kader yolu’.. Kendi kendine yürüyüp, üzerindekileri de sürükleyen bir yol daha çok; tıpkı yürüyen merdivenler, kayan zeminler gibi..

Bıkkın omuzlardan aşağıya piç gibi bırakılmışlığıyla sarkan yaşam eskilerini örtünmüş gölgelerizdir biraz da..

Içini nasıl doldurursak dolduralım, her ‘aç parantez’in bir ‘kapa parantez’i var..

Ucundan tutup yakalayabileceğimiz bir ‘şimdi’ yok!. Çok kaypaksın hayat, çok!.

Bütün erkekler, hemen hemen tüm kadınların içinde gizli olan aynı ideal kadına aşıktırlar ve bu kadın genellikle pek yakınlarında olup sadece aşkla soyundurulmayı beklemektedir.. Ama erkekler genelde hipermetrop olup yakınlarındakini göremediklerinden hep uzaklara, başkalarına bakarlar.. Ve mutluluk / ömür / aşk treni onların bakmadığı noktadan geçer gider..

Yin-Yang; hayat tohumunun içinde ölüm; ölüm tohumunun içinde hayat gizli. Beyazdaki küçük siyah noktayı seçen göz, siyahtaki küçük beyaz noktayı nasıl görmezden gelebilir..Açığa çıkmasından utanmayacağın şeyler geçir içinden.. Sonra da onları korkusuzca yaşama geçirmeyi bil!..

Aşkımın objesi kendini bir halt sanmasa iyi olur! Aşkım, ruhum gibi sonsuz, aşkımın objesi ise bedenim gibi gelip geçicidir..Ne denirse densin, adı ne konursa konsun; önemli olan öfkeyle kalkıp zararla oturmamak, pireye kızıp yorgan yakmamak; kendi aşkının katili olacağına ufak bir ayar çekip en uygun başka bir objeye yönlendirmek ışığını.. Asıl doğru olan ilahi olana yönlendirmektir ama öylesine yerseliz ki o kadarına boyumuz yetmez.. Ve sonrasında teşekkür de edebilmeli insan, ilham kaynağı olup içindeki aşkı ilk uyandırana, ateşini körükleyene..

En parlak güneşlerin ışığıyla şımarmayan, en karanlık gecenin siyahıyla bulanmayan o ‘Aşk’ her türlü yıkımı göze almaya değer..

Vadimizde parlayan neşe dolu çiçeklerin
Şehvetle açılmış bağrı buza kesince yarın
Uğursuz nefesiyle duyarsız kışın,
Katlolmuş yaprağa kim geri verebilir
Zamanın soldurduğu parlaklığı, kutlu
Rüzgarın çaldığı kokuları, baygın..

Gerçek bir Güneş gerek ki görünmez kılsın diğer yıldızcıkları..

Köle ruhlu karıncalar kendi işlerine baksınlar ve iki lokma ekmek için kendini ve hayatı satmayı salık vermesinler emprovize yaşayan, özgür ruhlu ağustos böceklerine..

Ezilen veya ezen olmak; bunlar içinde bulunduğumuz senaryonun gerekleri.. Ezen konumunda olabilecekken ezmemeyi seçmek erdemdir ve varlık safhasının basamak atlayarak ilerlemesini sağlar.. Sıfırın, ılığın, grinin, nötrün titreşimi yoktur, ya da zayıftır; oluşa hizmet etmekten uzaktır. Bu nedenle en uç noktalarda titreşimlerin olması oluşun her iki zıt yönde de şahlanması gerekmektedir.. Insan potansiyel Tanrı’dır; ışığın yediyüz evresine birden erişebilme vasfıyla donatılmıştır. Allah birdir ve çok büyüktür; acizlikten beridir; hic bir yere sığmaz;ama insanın gönlüne sığar..O her yerdedir.. Basit dialektik ve mantıkla, sadece akıl yoluyla bunu kavramaya çalışmak yanlış olur; bu konuda duygu bedenimizi yürürlüğe koymak ve hissetmek gerekir.. Insanı asiliğe iten en yaygın neden bu dünyada adaletin olmadığını düşünmesidir; oysa adaleti doğru yerde aramak gerek; kendimizi yüzeysel desenlerde kaybetmeden bütünü olduğu gibi algılamaya çalışmalıyız.. Parçalara ayrılmış bir bütün bizi kolayca yanıltır..

Uyuyan güzel masalındayız ve içi geçmiş, pili bitmiş, rehavete kapılmış, tembel, tombul prenslerin hiç biri güzeli uyandırmaya gönüllü değil.. Şatoyu bulacak merakları, onca canavarla savaşacak cesaretleri, yol alacak güçlü bacakları, o yüz yıllık üşümüşlüğü kucaklayıp ısıtacak kolları yok..
Bir şekilde bulsalar bile Prensesi öpüp uyandıracak dudakları yok; günümüzün korku dolu zavallı prensleri efemine bencilliğin çelişkili yüzsüzlüğünde deviniyorlar çünkü..

Kıskanç ve meraklı zaman! Deliyor sivri tırnaklarıyla en saklı sandıklarımızı, torbalarımızı, çekmecelerimizi.. Acılarımızın sıcaklığını bile bırakmıyor bizimle; hic dinmeyen ayak tozuyla kapatıyor üstlerini; her şeyi bırakıp kendi peşinden koşturalım istiyor..

Kıskançlık kendi projektörümüzden yansıyan bır nakıştır karşımızda ekran konumuna indirgenmiş objenin üstüne.. En düşük duygu seviyelerinden biri.. Fazla kaale alınıp incelemeye değmez.. Sadece büyümesine izin vermeden yok etmek gerek.. Yüreğimizi kuşku ve kıskançlıkla doldurursak sevgiye yer kalmaz..

Çoğu zaman boş boş konuşur insan; susabilmekten daha kolaydır çünkü..Ama bazen de öyle bir konuşur ki; sözcüklere ruh üfler, yaşayan dipdiri varlıklara dönüştürür.. İsa’nın kutlu nefesiyle ölüleri dirilttiği gibi o da çürümüşlüklerden goncalar açtırır yeniden; öpücükler kondurarak italik boyunlara ümit kuşlarını kanatlandırır..İşte bu şiirdir..

Devam yazmaya kuru kuru.. Yaş işmiş yaşamak, öğrendik..

Kaç(!) gün/düz geç/er!/se geçsin, gece/ye bak/ar yüz/ü/m/üz..

Güneş çıktı da kurtardı çekingen Ay’ı göz önünde olmaktan; o en çok da son dördünü yaşarken huzursuz olur böyle seyredilmekten.. Günbegün eksilen, yarım yarım ölen güzellik; her hakkıyla ölüşü, yepyeni bir doğuşa gebe..

Ego ne denli şişkin ve takıntılı olursa, her hangi haylaz bir rüzgarın uçurtması/oyuncağı olmaya o denli namzettir..Bütün serçeleri öldürdün.. çekilebilirsin Nemrut’cum.. şimdi bana yepyeni bir rüzgar, yepyeni bir Isa nefesi gerek..

Çoktan kuruttu aç gözlü unutmak oburları Lethe’nin esrarlı suyunu..Akbaba ve leşkargası gagalarında devinen kanımızda yıkanarak mı aranmalı unutuşu..

Kirliyim.. Kirlisin.. Kirliyiz..
Zaman kirletiyor bizi.. düşünce.. ve duygular..
Şiir bile kir; yürekte biriken..
Kirin kadar konuş !.
Aşk hariç her şey kir!
Bir ışık yakmak lazım, bir ışık..
Işık ki tek kir tutmayan şey..

Susarak solmayı senden öğrendi çiçeklerim..

Insan yaşamına elbette son verebilir ama bu kendisine ve yaratıcısına yapacağı en büyük nankörlük ve hakarettir.. Ve, “aşk felaketlerden ders almaz”ken "nankörlük en büyük sevgilerin bile mezarı" olabilir..

Kollarımızın uzunluğu/kısalığı belirleyen olmasın ereğimizi (!?).. Belki makul ve anlaşılır bir durum bu ama fırsatçılık ve düşüklük aynı zamanda..”

Ses kimi zaman ruhun giyindiği bir elbise sadece; dışarı çıkarken görünmemek için büründüğü.. Ses kisvesinde ruh kendini sonsuzluğa yayarken, şarkının sonunda beden posasını bırakıp olduğu yerde, ait olduğu gökselliklere ağacakmış gibi..

Ayrılıkları giyinmişken bile kıyamadık atmaya birbirimize dair hevesleri; taşımaya devam ettik.. Ama delikmiş heveslerin torbası; hep düşen, eksilen bir şeyler oldu, bilemedik.. Sadece sezdik..

Geçmiş sevdalarla sorgulamamalıyız kimseyi; hayat yolunda yürürken çok sayıda sevda oku fırlatırız gökyüzüne; her biri bizden çıkıp kendi yollarına giderler.. Biz de kendi yolumuza..

Bol kepçe bir ölümün içinde saklanmış bir damlacık panzehir gibisin.. Bana üşenmeden, cömertçe; ölümü savmış sonsuz bilgeliği vaad edebilir misin?.Yapışmadan, boğmadan, sıkmadan..

Özgürlük davullarını bastırmayıp o gümbürtülü sevince saygı ve sempati duyabilecek yücelik ve anlayışta bir sevgiyle kucaklayabilmek her şeyi..

Henüz filizlenmiş bir tohumken ziyaret etti gülü, zamansız..
Duyduğu kokuyla bayıldı kaldı.. Hasta ki ne hasta; amansız..

Hangi kuytularında, iş bilir bir sarrafın nadide bir pırlantayı sakladığı gibi sakladı da, şimdi açığa çıkarıyor hayat, taptazeliğinde esrik aşk düşlerini bendeki küçük kızın..

Ben gidip birlikte kapılarına dayanırız sanmıştım..
Oysa ayak seslerindeki aşk fısıltıları, havadaki bu irem kokusu..
Sen gelirken cenneti de getiren misin bana, söyle!?
Içinde kırılan kırılmayan ne varsa atsın da yüreğim, sana o ürkek, ağır kapılarını sonsuzca açsın!..

Zamanın hoyrat gürültüsünün bastırdığı o cennet besteleridir ki pembe bir gülün gözüyle özlemin kızıl yangınlarını kanar, aşkı teskin edemeyen beceriksiz, biçare yüreklerimizde..

Yumurtadan çıkamamış bir özlem kuşunun kanatlanamayışındaki o acıklı hüzün..

Hiçbir cılız ışığın aklayamayacağı öyle uzak bir yok oluş özlemek ki, öyle derin.

Cennetle dünya arasındaki onca yolu sert bir şekilde düşerek gelemeyeceklerine ve o hatadan sonra zenbille de indirilmeyeceklerine göre bizimkileri getirenin bir sürü soru işaretinin bir araya gelerek oluşturduğu bir balon olduğunu düşünüyorum.. Ve hala bu alaycı soru işaretlerinin diyetini ödüyoruz..

Kendi hayatının maestrosu olamayanlar başkalarının düğününde zorla dans etmek zorunda bırakılan keyifsiz dansçılara benzerler..

Bekle canım, ölümü de savalım!

Yaşam sadece bir noktada tutuşabiliyor, geri kalan tüm noktalar sonsuz bir ölüm yinelemesi..


Sabret cicim, ne kaldı ki şurada;
ömür biter, ölümü de savarız..
Beden erir, böceklere yem olur;
Ve ben sana tüm ruhumla ‘gel!’ derim..

Belkıs gibi eteklerimi toplayarak, girebilseydim ülkene ey Aşk!..

Bir’den koptuk, önümüz çokluğa bakıyor.. Tekrar birliğe kavuşmak için aşkın kör gözüyle, geri geri..

Gecece konuşmalar.. Kapkara bağrına yazılmış simsiyah yazıları haykıran suskun karanlığın dilinden..

Yolu yol yapan yolcunun adımlarıysa, yolcusunu / var edenini bekler her yol.. O henüz kendisini bilmezken, Aşk’ı var bilip, kendisine doğru çağıran Işk gibi..

Ten’in eni boyu belli; bir zaman diliminde yalnızca bir noktada bulunabilir.. Sen teninin altını ruhunla, zihninle ve duygularınla giydiremediysen hala, yat her kiminle istersen onunla, sabaha kadar, dinmez üşüyüşlerin şafaksız gecelerinde..


Güneş olmak.. Gölgesi bile bulunamamak.. “Verecek öyle çok şeyleri vardı, ve dünya onlardan öyle az şey istiyordu ki, kendilerini dağlara, çöllere vurdular..”


Kendinden kendini doğurmak; mümkünse en iyi versiyonuna hayat vermek.. de bir gebelik durumudur hani..


Deniz kızları vardır aslında ay gibi kokan, su kadar sıvışkan..

Görebilene toprak kadar gerçek, değebilene ateş kadar sevişgen..


Ne güzel emziriyorsun her birimizi yatırıp geniş kucağına oynak sevinç, suskun acı ve şımarık can sıkıntısıyla.. Azıcık büyüse benimkiler, ellerini tutacağım; birazcık belimi doğrultsam gözlerine değeceğim.. Komplekslerimi yenebilsem hatta dudaklarından öpeceğim ey Hayat!.


Gözün gördüğü ve göremediği her renktir aşk..
Ama en güzel mavide demirler..
Eros, Phillos ve Ludus
alı, gülü, pembeyi, sıklameni severler.
Ama dostum Agape ölüm karası bir sevdayı giyinir..


Pasaklı bir denizkızı kadar bıkkın ve yorulmuş..
Hayalleri, derin denizlerde, öfkeli beklenişlerin kızgın aleviyle kurutulmuş..


Her insan saklı bir hazine, gizli bir yazıt; ancak Aşk’ın gözleriyle bakıldığında kendini görünür kılabilen..

Gömülen her şey ya kök salar, ya zehir!

Her suskunluk bir atlama taşı tüm varlığı kendi rengine boyayan şu aptal kedere..

Her ‘oluş’un bir ucunda korku tüneli öbür ucunda bir demet, aldanışlardan..

Yaşamın, ışığıyla dışladığı renkler, gizlenmiş ölümün siyahına..

Bundandır gecenin daha aşina oluşu, insanoğlunun acıklı yazgısına..

Üzerine konan ağır buz kalıntılarını sessizce taşıyan incecik dal üzerine;
Kışın ortasında çıplak bir bedenle var olarak imzalamış varlık sorumluluğunu ve üzerine abanan buzun ağırlığını.. Doğada döneklik yoktur; oluşu kabullenmek vardır; buzların ağırlığından beli kırılsa da sesini çıkarmıyor, buzu kırmıyor.. Ölümün ötesine geçebilmenin; zavallı, asi, çözümsüz bir yakınmacılık yerine sabrederek meydan okumanın resmini çiziyor... Ve sevgi var bunun özünde: geçici olanı kaale almayan sonrasızlık aşkı..Savaşta başı dik olmak cesarettir, erdemdir ama o baş eğilir yüreğe doğru, severken; Yüreğinde sakladığı o en değerliyi dış dünyanın fütursuzluğuna karşı korumak için.. Bu aynı zamanda, aşkın önünde secde etmesidir aklın..
Gerçek kulluğun kölelik ruhuyla, eziklikle, aşağılık duygusuyla, zorla razı olmayla bir alakası yoktur. Tek Yaratıcıya karşı hissedilen hakiki kulluğun barındırdığı ballar balını bir tadabilsek .. Ama önce o tada göre ağız olmak gerek..


Kül; közün kırmızısız ve özlemsiz evresi.. Gözyaşında ağlayan tüm kuşları ümitsizlik nehrine gömen.. Külüne tutsak olmayan közün özü’ne varamayan her şeyin gömüldüğü gibi..


Düşlemek, düşünmek insanın en değerli yeteneklerinden biri. sonsuzluğa değen eli.. Ama sadece düş olarak kaldığı sürece hiç bir şeydir. Onu yoğunlaştırmak, şekil vermek; bir bulut gibi bir araya toparlamak lazımdır. Düşüncedeki bulutsuluk likit bir kıvama ulaşınca tatlanır..

Kabuğun eskiyip aşınıyor diye üzülme ey güzel;
kokusunu sonsuzluğa sala sala solgunlaşan
nadide gülün vakur kahkahasını sal hüznüne..
Gözden kaybol, gönle gir de gül gül gülümse özüne..

İstemem ne Venüsün ne de Marsın tenezzülen verdiklerini..
Gitsin onlar hediyelerini iştahla bekleyenlere versinler.
Biz seninle öyle yükseklere ağalım ki sevgilim;
Venüs de Mars da elele tutuşup gölgemizde gezinsinler..

Buraya gel sevgilim.. Bak bu bizim evimiz;
Bir kapısı sonsuzluğa, diğer kapısı hiçliğe açılan..
Ve içinde doyumsuz bugünün yaşandığı..


SERMİN ÇALIŞKAN - 2009

Ey Şair! Sözünü söyle ve öl!

“Hep taraf tutar pusulalar..”

“Istencin arsızca sıcak sıcak doğurduğunu düşünce acımasızca üşüterek öldürür..”

“Sanmaklar olmakların, olmaklar bilmeklerin birer adım gerisindeyken hangi gözü pek yazgı açıklayabilir efsunlu sayıklamalarını sağır bir çiçeğin?”

“Hiçlik” şüphe oklarını en duyarsız yerlerimize sinsice saplarken;”oluş” eteklerimize yapışır uçurum kenarında olmanın tedirgin, korkak elleriyle.”“Seks; Aşk’ın hafifmeşrep, uçarı kızı.. Sık sık evden kaçıp kötü yola düşen..”

“İnsan; sonsuzluğa cilve yapan sıfırla bir arası küsurat!..”

“Mevsimler geçicidir.. Mevsimlerin geçici olması kalıcı..”

“Bırak artık ölüme doğru koşan fahişe bedenin eteklerini!”

“Bu dünyada var olmak illa zıddını gerektiriyor.. Neyse ki bir köprü sadece.. Sonsuzca sürmeyecek.. Mutluluğun dengede kalmak için acılarla el ele tutuşmak zorunda olmadığı bir dünyaya uyanacağız belki de.. Kim bilir..”

“Çıkar ilişkilerinde her şeyin ortaya konduğu en az iki masa vardır; birbirini hiç görmeyen..”

“Yeterince isteyen ve bekleyen her istediğini elde eder. Ama yine de memnun olmaz! Çünkü bu esnada kendisi değişmiştir; artık o aynı kişi değildir”..

“Her şeyi bugüne yığmak hayatın dengelerini bozar; geçmiş kurcalanmalı, gelecek hayal edilmeli! Hep “günü yakala, anı yaşa” söylemleri.. Masalsı şeyler..”

“Zamanla insana bıkkınlık vermeyen bir nesnel güzellik yoktur..”

“Gönül; akla ve düşünceye yön veren ruhun taht kurduğu yer”

“Kafamızda canlandırdığımız her düşünce nesnel bir gerçekliğe ve inanılmaz bir güce sahiptir. Tanrı’nın insana bahşettiği kutlu üfürüğün hakikate yansıması”..

“Eyleme geçişte, şüpheli bir HAYIR demek, şüphesiz bir EVET diyememekten iyidir”..

“Üreten de, paylaşan da ;” üretilen”in, görünür kıldığı gizlerde buluşur...”

“Bazılarımız için yaşam hiç açmadığımız bir kapı; gözetleme deliğinden izleyip izleyip geri durduğumuz..”

“Nefes alıyor olmak yaşamak değil! Yaşamak bir 'ihtiyaç' değil..”

“Kapkaranlık gecenin içinde saklı gündüzünü aranmak..”

“Kokusu sinmiş üstümüze o yasak elmanın”..

“Unutuş bohçasına sarılı/çınlayan kuş sesleri ümidin..”

“Güçlü kanatları olanın merdiven kaygısı yoktur..”

“En yalnız insan üst dudağını alt dudağına değdiremeyen insandır!..”

“Konuş.. Ölüm’ün kulağına fısıldamadığın hiç bir sırrın kalmayacak nasıl olsa..”

“Kimsenin yüreği daha küçük değil. Sadece bazılarının gözü daha kara...”

“Dönüştürmeyen sevişmeler => Maddenin aşınması..”

“Önce renkler terk eder hayatı.. “

"‘O’ anladığın kadar; ‘sen’ gördüğün kadarsın.."

“Beden ruhu giyinir.. Ruh bedeni soyunur..”

“Olüm: Azrail’in canı istediğinde açtığı kapımız.. Anahtarı bizde olmayan..”

“’SEN’ken 1’din, biriciktin.. Şimdi ‘O’ oldun; yani şişman bir sıfır..”

“Doğarken ‘evet’ dedik ömür çiçeğimizi koparmaya.. Suçu ölümün üzerine attık..”

“Köstebeğe göz vermişler rızkından olmuş”..

“Şiir, şuurun balıdır.. Ya da şeker kılığına girmiş zehri hazımsızlığın..”

“En saklı duygu ve düşüncelerini kelimelere peşkeş çekendir şair..”

“En yüksek dağ, en derin uçurumla sevişir..”

“Meşrebi hafif olanın kaderi ağır olur..”

“Güneş her akşam terk edişin kitabını yazıyor.. Ay, çetelesini tutuyor terk edilişlerin..”

“Ererken der.. Dererken er.. Derken de er.. Der ki ; “Erken”.. Derim; “Der! erken erken..Vakit geçer gider sen dererken..”

“Yürek dediğimiz çamurdan bir kab.. Er geç pişmesi gerekecek.. Pişemezse sevginin ateşiyle; bulunur öte tarafta bir pişirecek..”

“Kendini bulmak, bilmek, gebe bırakmak, doğurmak ve büyütmektir insan olmak.. Sonsuzluğu yutmuş küçük zerreciğin çılgın devinimi hayatlarımız..”

“Yeni bir şey öğrenmek istemiyorum. Unuttuğumu hatırlasam yeter..”

“Ölüme güvenebilirsin; hic bir yere gitmez, hep orda.. Ona sırtını yasla, ve dön yüzünü hayata..”

“Hakiki SÖZ; o saklı kitabı okuyan meleklerce kulağımıza fısıldanan.. Hz İsa gibi tıpkı; doğuranı belli ama doğurtanı gizli olan..”

“Kaçış yok yanmaktan!” Yandıktan, tüm kabuklarından soyunduktan sonra geriye kalansın sen.. Küçük, büzüşmüş, kavruk bir şey.. Ya da ışığı emmiş depderin bir nur parçası..”

“Gerçek denen sivri iğne, değer değmez patlatıveriyor hassas düş balonlarını..”

“Ödlek canlar gevşek, kirli paçavralar gibi tutunurken hayata; koca, kızıl bir yangın özleyişimizi kim yadırgayabilir..”

"Karanlığın o bildik, yumuşak, sarsak ve sır dolu güvenliğini hangi ışık, hangi özgürlük sunabilir!? Tüm atomlarımızla sımsıkı bağlıyken oluşa hangi masaldan çalınıp dillerimize pelesenk edilmiştir bu gerçeküstü özgürlük söylemi!?"

“Gece kendini ağdı gündüze.. Kabul oldu yersellerin duası.. Güneşin ışığıyla örtündü kıskanç Ay..”

“Gül toplamasını öğretmeli mi ineklere de?.”

“Kanlı gözyaşların, sümüklü salyaların mı giderecek uçurumun dinmeyen susuzluğunu !?.”

“Ey İnsan! İçine bakmaya cesaret edemeyeceğin hiçlikleri yırtma!”

“Aşkı timsah dolu bir deniz, aklı sandal olanlar..
Aşkı küçük bir sandal, hayatı coşkun bir nehir kılanlar..”

“Yeşermek için artık çok geç değil mi kızıl güle?”

“Kanımızla yazmadığımız her sözcük sinsi bir kanser gibi çoğaltır en duyarsız düğümlerimizi..”

“Ah in-san! Sadece inanmak ve sanmak var kaderinde.. Bilmekse koca bir yalan..”

“Aynaya bakan bir ayna; ya sonsuzluğu seyreder ya da sonsuz bir boşluğu aynada..”

“Siyahın içindeki gizli renklere inanın.. Işığa değince sonsuz uykusundan uyanacak olan..”

“Tabiatta her şey yerli yerinde konuşur, insan hariç.. Öyleyse en gerçek uyanışlara gebe kalmalı susuşlarımız..”

“Çiçekler özlemeyecek kadar bencil midir ayrıkotlarını?.”

“İnsanoğlu; dört unsurun sonsuz kombinasyonu..”

“Silgi; kalemin fedakar hizmetçisi.. Kalem ne denli kendini bilmezse silgi o denli yorulur; yer bitirir kendini..”

“Yine sabah oldu; ışığın karanlık üzerindeki hükmü bir kez daha kanıtlandı..Biz yine aynı biz;uykunun ve gecenin alamadıkları bizimle kaldı..”

“Kalemimiz o asıl kalemin izlerini aranmıyor; bulduğu yerde ilahi izlerin üzerini çizerek görünür kılamıyorsa boşuna yazıyoruz..Boşuna!.”

“Kibir, korku, endişe, kuşku, kıskançlık vb. düşük duygu seviyelerinin/komplekslerin ham maddesi ZANdır..”

“inanmayın sahte ışık arayıcısına! En çok ışık ve güzellik rahatsız eder insanı. Korkar aydınlıktan; nereye kaçıracağını dahi şaşırır;hantal bedenini,ham bakışlarını..”

“Her insanda gizli bir kanat vardır; diğer yarısını bulup elele tutuştuğunda görünür kılan kendini..”

“Gece yoktur Güneş’e!..”

“Sakınmaz aşk kendini dört unsurun en belalısından..”

“Eğer yaşıyorsam söz dinliyorum demektir.. Bari sözün en yüksek yerden gelenini dinleyeyim..”

“Biz ölüyken işlenmemeli en azından katili olduğumuz cinayetler”.

“Ey insan! Evinin altı kapısına da iyi bak, girene ve çıkana dikkat et!..”

“Kendini götürmediğin her yolculuk anlamsız bir spordan öte bir şey değildir”

“Şiir yazmak, baş kaldırmaktır sessiz sedasız ölüşlere.. “

“Mezarlarımızı sırtımızda taşıyoruz; yıllar yılı, an be an..Ve ancak içine girmek için indiriyoruz, ölmeden önce, bıkkınlığımızdan..”

“Bana Aşk’tan bahsetme.. Aşk ol!..”

“Can veririz, canlandırdığımız her ateş için..”

“Kader tarla olmalı; Tarlanın sınırları belli.. Ama bu tarlayı nasıl işlediğimiz, neler ektiğimiz; ne denli itina gösterdiğimiz hep bize kalmış..”

“Eski kabuklarından soyunamayan yürek korkaktır; boğar ışığını kendi içinde.. Saat, sessiz bir cinayeti gösterir..”

“Kendinden kendine doğru yol almak mümkün ve kolaydır; Aşk’ın tuttuğu ışıkla aydınlanan yolda..”

“Cesareti olmayanın pek bir şeyi yoktur..”

“Suyu kırmak için önce iyice bir üşütmek gerek..”

“Şair; söz uçurtmasının kuyruğuna asılı ruh..”

“Güneş susarken sessiz çığlıklar atar hep karanlık..”

“Aklımızı çengeline asılı tutan o soru işaretleri.

“Her söz her kulağa, her aşk her yüreğe göre değil..”

“Ağıt yersele doğru inerken, sevinç türküsü göksel olana doğru ağar..”

“Aşk.. Biraz daha aşk..”

“Uyku ve unutuş.. aşkın sevmediği iki şey..”

“Gözlerini zamanında yummasını bilemeyenler; gözlerini asla açmak istemeyecekleri görseller yaratabilirler zamansız uyanıklıklarında..”

“Bekleyişin ölgün mangalında zamansız eriyişler..”

“Ah hayat, bir an dursan da bakabilsem yüzüne..”

“Surlar örer susamışın susuşu..”

“Sanal sanıları sanık sandık.. Katli vaciptir akılsız masumun..”


SERMİN ÇALIŞKAN (2009)