Ey İnsan! Tutuşturduğun ateşe dikkat et.. Hem içinde yanan öz ışığını/ateşini canlı tutmak, sönmemesini sağlamak; hem de başkalarında ve hayatın diğer unsurlarında tutuşmasına sebep olduğun ateşlerin er geç senden hesap soracağının bilincinde olmak.. İlerde eteğinin tutuşmasına sebep olacak gelişi güzel, anlamsız egoik ateşler tutuşturmamak, körüklememek..
İnsanlar gücü, hırsı, tutkuyu, ilgiyi severler.. Sevgi adına değil de bu sebeplerle fazlaca düşünmeden oraya buraya fırlatıverirler ateşten oklarını.. Oysa yaktığın her ateşten, söylediğin her sözden, yaptığın her edimden sorumlusun..
Kömür de, elmas da birer karbon türevi.. Kömürü ateşe atıp yakarlar, elması baştacı edip saklarlar.. İşte bu dünya kendimizi dönüştürme alanımızdır; kömüre ya da elmasa..“Elmasa dönüşmektir aydınlanmak”; kalp, beden, ruh ve zihin titreşimlerinden açığa çıkan o değerli ışık, ‘nur’dur; Tanrı’ya yaklaşan yanımızdır..
Hoşgeldiniz sevgili ziyaretçiler. Bu gördüğünüz yere dünya derler; burada ömür harcanır, ölüm alınır.
Her yürek ayrı bir orkestra..
İki yüreğin birlikte müzik yapıp aynı şarkıyı söyleyebilmesidir muhabbet..
İki gönül arası gerçek bir birleşme için istemlerin sıratı geçebilecek denli saf ve temiz olması zorunludur.. İstemler içine sızmış minicik bir kir bile bütün kimyasal reaksiyonu sabote etmeye yeter..
Yaşamın, tombul, sarsak baldırlarını doygun fakat küçümseyen bir kendini beğenmişlikle ukalaca okşadığı, bir duvar kadar kendinde unutulmuş, mide merkezli hoşnut ev kadınlarının gönüllü köleliğindeki sarsılmaz huzuru çekiştirişi eteklerinden bu haylaz, tatlı kiraz mevsiminin..
Ah o vakti zamanında bize elmayı yedirip cennetten sürdürene!.
Dünyadayken de boş durmayıp kiraz mevsiminde ayvayı yedirene!.
Doğruyu bilmeyen yanlışın yanlış olduğunu bilebilemez..
Ölüm; Pusulanın en kutsuz kutbu..Yıldızlar kaybolmuş.. Ay, Güneş muğlak..Buluruz yolumuzu ölüme bakarak..
Normal, üzerinde özgür bir yolcu gibi yürünebilen bir yol değil ‘kader yolu’.. Kendi kendine yürüyüp, üzerindekileri de sürükleyen bir yol daha çok; tıpkı yürüyen merdivenler, kayan zeminler gibi..
Bıkkın omuzlardan aşağıya piç gibi bırakılmışlığıyla sarkan yaşam eskilerini örtünmüş gölgelerizdir biraz da..
Içini nasıl doldurursak dolduralım, her ‘aç parantez’in bir ‘kapa parantez’i var..
Ucundan tutup yakalayabileceğimiz bir ‘şimdi’ yok!. Çok kaypaksın hayat, çok!.
Bütün erkekler, hemen hemen tüm kadınların içinde gizli olan aynı ideal kadına aşıktırlar ve bu kadın genellikle pek yakınlarında olup sadece aşkla soyundurulmayı beklemektedir.. Ama erkekler genelde hipermetrop olup yakınlarındakini göremediklerinden hep uzaklara, başkalarına bakarlar.. Ve mutluluk / ömür / aşk treni onların bakmadığı noktadan geçer gider..
Yin-Yang; hayat tohumunun içinde ölüm; ölüm tohumunun içinde hayat gizli. Beyazdaki küçük siyah noktayı seçen göz, siyahtaki küçük beyaz noktayı nasıl görmezden gelebilir..Açığa çıkmasından utanmayacağın şeyler geçir içinden.. Sonra da onları korkusuzca yaşama geçirmeyi bil!..
Aşkımın objesi kendini bir halt sanmasa iyi olur! Aşkım, ruhum gibi sonsuz, aşkımın objesi ise bedenim gibi gelip geçicidir..Ne denirse densin, adı ne konursa konsun; önemli olan öfkeyle kalkıp zararla oturmamak, pireye kızıp yorgan yakmamak; kendi aşkının katili olacağına ufak bir ayar çekip en uygun başka bir objeye yönlendirmek ışığını.. Asıl doğru olan ilahi olana yönlendirmektir ama öylesine yerseliz ki o kadarına boyumuz yetmez.. Ve sonrasında teşekkür de edebilmeli insan, ilham kaynağı olup içindeki aşkı ilk uyandırana, ateşini körükleyene..
En parlak güneşlerin ışığıyla şımarmayan, en karanlık gecenin siyahıyla bulanmayan o ‘Aşk’ her türlü yıkımı göze almaya değer..
Vadimizde parlayan neşe dolu çiçeklerin
Şehvetle açılmış bağrı buza kesince yarın
Uğursuz nefesiyle duyarsız kışın,
Katlolmuş yaprağa kim geri verebilir
Zamanın soldurduğu parlaklığı, kutlu
Rüzgarın çaldığı kokuları, baygın..
Gerçek bir Güneş gerek ki görünmez kılsın diğer yıldızcıkları..
Köle ruhlu karıncalar kendi işlerine baksınlar ve iki lokma ekmek için kendini ve hayatı satmayı salık vermesinler emprovize yaşayan, özgür ruhlu ağustos böceklerine..
Ezilen veya ezen olmak; bunlar içinde bulunduğumuz senaryonun gerekleri.. Ezen konumunda olabilecekken ezmemeyi seçmek erdemdir ve varlık safhasının basamak atlayarak ilerlemesini sağlar.. Sıfırın, ılığın, grinin, nötrün titreşimi yoktur, ya da zayıftır; oluşa hizmet etmekten uzaktır. Bu nedenle en uç noktalarda titreşimlerin olması oluşun her iki zıt yönde de şahlanması gerekmektedir.. Insan potansiyel Tanrı’dır; ışığın yediyüz evresine birden erişebilme vasfıyla donatılmıştır. Allah birdir ve çok büyüktür; acizlikten beridir; hic bir yere sığmaz;ama insanın gönlüne sığar..O her yerdedir.. Basit dialektik ve mantıkla, sadece akıl yoluyla bunu kavramaya çalışmak yanlış olur; bu konuda duygu bedenimizi yürürlüğe koymak ve hissetmek gerekir.. Insanı asiliğe iten en yaygın neden bu dünyada adaletin olmadığını düşünmesidir; oysa adaleti doğru yerde aramak gerek; kendimizi yüzeysel desenlerde kaybetmeden bütünü olduğu gibi algılamaya çalışmalıyız.. Parçalara ayrılmış bir bütün bizi kolayca yanıltır..
Uyuyan güzel masalındayız ve içi geçmiş, pili bitmiş, rehavete kapılmış, tembel, tombul prenslerin hiç biri güzeli uyandırmaya gönüllü değil.. Şatoyu bulacak merakları, onca canavarla savaşacak cesaretleri, yol alacak güçlü bacakları, o yüz yıllık üşümüşlüğü kucaklayıp ısıtacak kolları yok..
Bir şekilde bulsalar bile Prensesi öpüp uyandıracak dudakları yok; günümüzün korku dolu zavallı prensleri efemine bencilliğin çelişkili yüzsüzlüğünde deviniyorlar çünkü..
Kıskanç ve meraklı zaman! Deliyor sivri tırnaklarıyla en saklı sandıklarımızı, torbalarımızı, çekmecelerimizi.. Acılarımızın sıcaklığını bile bırakmıyor bizimle; hic dinmeyen ayak tozuyla kapatıyor üstlerini; her şeyi bırakıp kendi peşinden koşturalım istiyor..
Kıskançlık kendi projektörümüzden yansıyan bır nakıştır karşımızda ekran konumuna indirgenmiş objenin üstüne.. En düşük duygu seviyelerinden biri.. Fazla kaale alınıp incelemeye değmez.. Sadece büyümesine izin vermeden yok etmek gerek.. Yüreğimizi kuşku ve kıskançlıkla doldurursak sevgiye yer kalmaz..
Çoğu zaman boş boş konuşur insan; susabilmekten daha kolaydır çünkü..Ama bazen de öyle bir konuşur ki; sözcüklere ruh üfler, yaşayan dipdiri varlıklara dönüştürür.. İsa’nın kutlu nefesiyle ölüleri dirilttiği gibi o da çürümüşlüklerden goncalar açtırır yeniden; öpücükler kondurarak italik boyunlara ümit kuşlarını kanatlandırır..İşte bu şiirdir..
Devam yazmaya kuru kuru.. Yaş işmiş yaşamak, öğrendik..
Kaç(!) gün/düz geç/er!/se geçsin, gece/ye bak/ar yüz/ü/m/üz..
Güneş çıktı da kurtardı çekingen Ay’ı göz önünde olmaktan; o en çok da son dördünü yaşarken huzursuz olur böyle seyredilmekten.. Günbegün eksilen, yarım yarım ölen güzellik; her hakkıyla ölüşü, yepyeni bir doğuşa gebe..
Ego ne denli şişkin ve takıntılı olursa, her hangi haylaz bir rüzgarın uçurtması/oyuncağı olmaya o denli namzettir..Bütün serçeleri öldürdün.. çekilebilirsin Nemrut’cum.. şimdi bana yepyeni bir rüzgar, yepyeni bir Isa nefesi gerek..
Çoktan kuruttu aç gözlü unutmak oburları Lethe’nin esrarlı suyunu..Akbaba ve leşkargası gagalarında devinen kanımızda yıkanarak mı aranmalı unutuşu..
Kirliyim.. Kirlisin.. Kirliyiz..
Zaman kirletiyor bizi.. düşünce.. ve duygular..
Şiir bile kir; yürekte biriken..
Kirin kadar konuş !.
Aşk hariç her şey kir!
Bir ışık yakmak lazım, bir ışık..
Işık ki tek kir tutmayan şey..
Susarak solmayı senden öğrendi çiçeklerim..
Insan yaşamına elbette son verebilir ama bu kendisine ve yaratıcısına yapacağı en büyük nankörlük ve hakarettir.. Ve, “aşk felaketlerden ders almaz”ken "nankörlük en büyük sevgilerin bile mezarı" olabilir..
Kollarımızın uzunluğu/kısalığı belirleyen olmasın ereğimizi (!?).. Belki makul ve anlaşılır bir durum bu ama fırsatçılık ve düşüklük aynı zamanda..”
Ses kimi zaman ruhun giyindiği bir elbise sadece; dışarı çıkarken görünmemek için büründüğü.. Ses kisvesinde ruh kendini sonsuzluğa yayarken, şarkının sonunda beden posasını bırakıp olduğu yerde, ait olduğu gökselliklere ağacakmış gibi..
Ayrılıkları giyinmişken bile kıyamadık atmaya birbirimize dair hevesleri; taşımaya devam ettik.. Ama delikmiş heveslerin torbası; hep düşen, eksilen bir şeyler oldu, bilemedik.. Sadece sezdik..
Geçmiş sevdalarla sorgulamamalıyız kimseyi; hayat yolunda yürürken çok sayıda sevda oku fırlatırız gökyüzüne; her biri bizden çıkıp kendi yollarına giderler.. Biz de kendi yolumuza..
Bol kepçe bir ölümün içinde saklanmış bir damlacık panzehir gibisin.. Bana üşenmeden, cömertçe; ölümü savmış sonsuz bilgeliği vaad edebilir misin?.Yapışmadan, boğmadan, sıkmadan..
Özgürlük davullarını bastırmayıp o gümbürtülü sevince saygı ve sempati duyabilecek yücelik ve anlayışta bir sevgiyle kucaklayabilmek her şeyi..
Henüz filizlenmiş bir tohumken ziyaret etti gülü, zamansız..
Duyduğu kokuyla bayıldı kaldı.. Hasta ki ne hasta; amansız..
Hangi kuytularında, iş bilir bir sarrafın nadide bir pırlantayı sakladığı gibi sakladı da, şimdi açığa çıkarıyor hayat, taptazeliğinde esrik aşk düşlerini bendeki küçük kızın..
Ben gidip birlikte kapılarına dayanırız sanmıştım..
Oysa ayak seslerindeki aşk fısıltıları, havadaki bu irem kokusu..
Sen gelirken cenneti de getiren misin bana, söyle!?
Içinde kırılan kırılmayan ne varsa atsın da yüreğim, sana o ürkek, ağır kapılarını sonsuzca açsın!..
Zamanın hoyrat gürültüsünün bastırdığı o cennet besteleridir ki pembe bir gülün gözüyle özlemin kızıl yangınlarını kanar, aşkı teskin edemeyen beceriksiz, biçare yüreklerimizde..
Yumurtadan çıkamamış bir özlem kuşunun kanatlanamayışındaki o acıklı hüzün..
Hiçbir cılız ışığın aklayamayacağı öyle uzak bir yok oluş özlemek ki, öyle derin.
Cennetle dünya arasındaki onca yolu sert bir şekilde düşerek gelemeyeceklerine ve o hatadan sonra zenbille de indirilmeyeceklerine göre bizimkileri getirenin bir sürü soru işaretinin bir araya gelerek oluşturduğu bir balon olduğunu düşünüyorum.. Ve hala bu alaycı soru işaretlerinin diyetini ödüyoruz..
Kendi hayatının maestrosu olamayanlar başkalarının düğününde zorla dans etmek zorunda bırakılan keyifsiz dansçılara benzerler..
10 Kasım 2009 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder