Yokluğun yutağında hazmı zor, iri bir yutkunma olacaksak bile; ne gelir elimizden aşka ve sonsuzluğa inanmaktan öte..
Gecedir geniş, kara sinesinde bütün günahları saklayıp örten diyorlar; ne büyük yalan!
Her günah şehvetin sinsi ışığını barındırır içinde oysa;
aydınlıkta saklanıp karanlıkta kendini görünür kılan..
Önce ısırmalı şu ukala geceyi;
yırtmalı en zayıf yerinden,
soymalı kara abasını kat kat, derin..
Kalbinde ağdalı bir ışık saklıyor seziyorum;
pek utangaç, işveli, kor gibi
ve gerçek kadar serin..
Bir göz kırpılışıdır bebeğine dönerken postacı çalınmışından ışığın..
Ha maske ha yalan; herkes kadar vitrin mankeni bir yanın..
Yoruldum kestiği haraçlardan açgözlü zamanın!
Beni arayan gözünün önünde değil, gözümün arkasında arasın..
Off mankafa yüreğim, sus biraz, sus da beni dinle;
yalnızca iki yol var önünde; biri ölüm, öteki sevda mı ne..
Kimse seçmese de, arsızdır ölüm dediğin; yapışır gelenin gidenin ensesine.
Bence bırak onu bunu, sevdayı seç sen;
ölüme gülümseyen mutlu bir ejderha gibi diriltir seni;
aymaz bir hazla bin kere öldürse de yine..
O bir tek ısırıkla bilmeyi öğrendik, kıyısından bucağından..
Hep bundan kaynaklanıyor yarım yamalak olmamız, bundan..
Bari oturup adamakıllı doyursaydık karnımızı gelmeden önce;
şimdi kalan kısım kemire kemire yiyemezdi bizi, en kurtlusundan..
Hem iyi bir kavalye değilsin, hem benim dansımın müziğini çalmıyorsun Hayat! Uyumsuzuz işte!.. Sen lutfedip bana ayak uydurmayacağına göre, ben de Schophenhauer gibi anlayarak harcamaya karar veriyorum seni..
Sur’a üfürülünce nasıl kalkarsa ölmüşler yerlerinden,
uzun bir uyku sonrası şüpheli bir güne uyanmış olmanın korku dolu gözleriyle, şaşkın;
bir çağırışınla hortlar mı, yoksa incelikli arkeolojik kazılar mı gerektirir bilemem,
kalbin en ücra bahçelerine gömülmüş kalıntıları, doğar doğmaz katledilen bu aşkın..
Olmayan yokluklara hiçlik manzaralı kapılar, cennet manzaralı pencereler açarak, ağrılı bir merakın iştahlı labirentlerini sinsice kurgulatan şır şır kanlı, bol bol şerli şiir; git kendini kendine oku! Ben kendimi kendime yaşayacağım..
Kimsenin itiraf edesi yok kendine bile hangi yabancı sığlıklarda çamura bulandığını işgüzar eteklerinin.. Ah bir doğru tutturabilsek koordinatları, o kaygan hedefi! En dipsiz derinlikte, en göksel yükseklikte, en ulaşılmaz hayallerde; orda, burda; şunda, bunda, onda değil; Tam buramda, tam şuranda! İnsan olmanın derin ezgisi, o en kutsal tapınak.
Küçüğüm henüz, içimde ne kadar kelime varsa dökülsün, bırak!
Büyüyünce ne mi olacağım; ağzı açık, hayran, delimtırak!
Giderken yanımda götüremeyeceğim hic bir şey istemiyorum bu hayattan..
Gözü kör, kedi, kara, oyulası geceler.. Saçları katran kara, yolunası geceler..
İğreti gecelerin kuş konmaz rüyalarında hep aynı uğultu yüreğin sayıkladığı. Uyanışlar uyurgezer; kendi çığlığımıza.. Ey beden, al şu emaneti sıratın en ince yerine bırak ve terket! Boyunun ölçüsünü alasım var bu yokluğa yakın hiçliğin!..
Öff be hayat! Hemen havalara girip yapışma elime eteğime.. Ben sadece geçerken öylesine uğradım..
Şu prens bozuntusu vardı ya hani;
hep beklenen, hic gelemeyen sevgiliye;
cadı onu değil, o cadıyı ayartmıştı vaktinde,
bir kurbağaya dönüşmek için ille;
sahip olmak adına becerikli bir dile,
affetmeyesi uçanı kaçanı -aşk dahil-,
bazen sinsice yaklaşarak, bazen de öpücük bahanesiyle.
Ama öyle yakındı ki aşk hiçliğe;
olmadı, yetmedi yakalamaya kurbağanın çevik dili bile..
Başladı bataklıklarda dolaşıp bet bet vıraklamaya..
Var mısınız kızlar kurbağaya o kutlu öpücüğü vermeye!?
Kendini suyla temizleyip ateşle dönüştüremiyorsan rüzgara bırak fena halde yıpratsın.. Sarmaş dolaş olmadan önce toprakla adamakıllı ..
Ne güzel susuyorsun, koyu, siyah bir hiçlik gibi.. Zevkle..
Peki, olduğu yerde kalsın o ok, ‘geçmiş olsun’ de ve ilerle!..
Kusulmalı oysa ne varsa hazmedilemeyen içerde;
Yoksa tırmalanmaya devam edecek ömrümüz
küskün ve suskun bir sevinin kudurgun pençeleriyle..
Kan boğulur coşkuda; tersinden atılır imzası kırmızının..
SERMİN ÇALIŞKAN (2009)
10 Kasım 2009 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder