Hep en kolayıdır vaz geçmek.. Ümit serçelerinin minik gagalarına asılı, kopuk ibrişimler misali istemlerimiz.. Gercekleşmeyen hayallerin iç çekiş ve iniltilerinden başka bizi boşunalığın sekmediği sokaklara hangi zamansız düşen yaprak uyandıracak.. Ah ömrümüz ! hoyratca sakındığımız yaşamaktan.. Oysa, kimsesiz çocuklara yeni giysiler bile dikilemez eskimiş ömürlerimizden..
Hep böyle sası bir koku mu kalır, Eprimiş sevdalardan geriye.. Arsız yediveren bile solmayı öğrenir, küserek varyemez bir güneşin buzdan öpücüklerine..
Ey kalbim, yıllardır biriktire biriktire içinde taşıyıp da bir türlü nereye koyacağını bilemediğin hep aynı aşk farkında mısın!?.
Dayanın ümit kuşları, ha gayret, uğraşmaya değer!
Düşler ülkesine giderken kanadı kırılan bu sarsak sevdayı
daha sıkı tutun minik gagalarınızla, yoksa düşer!
Bir aşka daha mezar olmasın, ne olur, şu kokuşmuş leşlerle dolu ıssız vadiler..
Duygular da fanidir, beden gibi..
Hissetmek bilmek değildir, ama biz insanlar ancak hissedebildiğimiz kadar bilebiliriz..
Bunca su, bunca kuraklık.. Denizin ortasında susuzluktan ölür bir denizci..
Ölüm tohumunu bırakıyor dirimin çekirdeğine..
Uzak, yılgın, yangınlardık minik ümit kıymıklarıyla birbirine tutuşan;
Fevri alazlarında hayata rağmen çoğalan..
Henüz pek erkendi o uğursuz rüzgara hoyratça okşatmak için kendimizi;
şüphenin sinsi nemi boğdu alevlerimizi;
başka yönlere bakar olduk..
Köz oldun, söndün, soğudun..
şimdi suskun ve küskün küllerin tokatlıyor üşüyen yalımlarımı..
Acıyarak azalıyorum..
Minik bir çamur parçasıydı;okyanusa susamış;
önce güneş öptü onu,ölüm gibi yakıp kavurarak;
tozunu toprakta bırakıp göğe ağdı.
Birikti berrak,bilge bir damla olana dek,
rüzgarın hikayelerini dinledi.
Özlem yağmur olup yağınca yere düştü damla;
okyanus üzerine ‘Aşk’ı yazdı;
okyanus bu şifreyle kapılarını açtı da ona;’gel!’ dedi..
Kandı susuzluğuna,’bir’ oldular..
Ilişkilerin de canı vardır; ölmüşse ölmüştür..
Defnetmekten başka yapacak bir şey yok..
Ölmüş bebek emzirilmez; sütünüze yazık,
kurumuş çiçek sulanmaz; gözyaşlarınıza yazık,
cesede kan verilmez; kanınıza yazık..
Hayatın istenmeyen olasılıklara meyletmesinde anlaşılmayacak bir durum yok aslında; desteklenmeden kendi haline bırakılan her şey aşağıya,; eylemsizliğe, durağanlığın çekim merkezine yönelir..
Her şeyi ayakta tutan, yükselten yüreğimizdeki kuşların kanat çırpmalarıdır..
Yeniden doğuşun gizil bilgisi, apansız sevinci, bakir hazzı için ‘evet’tir ölüme..
Neler yapmayız ki şu yer küreye; her türlü nimetini tüketip, tükrük, ter, kir, dışkı üretiriz..
Ama öyle bir şey yaparız ki minnetle affeder bizleri;
‘Sevmek’ tek anlamlı yeteneğimiz..
Melekleri Adem’e secde ettiren; sevmek yeteneği, aşk bilgisi..
Bir kaç sözcük bir araya gelip bütün bir anlamı giyinirler, ya da ipsiz sapsız saçmalıkları..
Öylesine inceltmek çeperleri ki sarmalayabilmek ruhu ve bedeni bir avuçluk kalple..
Karanlık yokluktur; ışığın yokluğu.. Ancak ışık gelir, o bir yere gidemez..
İstemin ne kadarı özlemdir ?! Özlemin kaçta kaçı ümit ?! Ümitte ne kadar sabır gizlidir, sabırda ne kadar inat ?! Kaç gram korku bir tutam sevgi ışığına gölge düşürebilir ?! Katalizör olmak mı, çözünen olmak mıdır acıyı verirken bir yandan da deren ?!.
Mekanik insan çağından otomatik insan çağına geçişler yaşıyoruz; Bu plastik şaşkınlığı hangi pozitif yaşam felsefesi sindirimi kolay hale getirebilir, çöpe karışmış hayatımızı hangi geri dönüşüm projesi bize geri döndürebilir!?
İşgüzar savunma psikolojimizin coşkumuza attığı sinsi bir kazıktır can sıkıntısı ve isteksizlik..
Geceleyin Güneş avına çıkmış şuursuz avcılar kadar şaşkınız bazen arayışlarımızda..
SERMİN ÇALIŞKAN (2009)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder