12 Kasım 2009 Perşembe

Üzerine düştüğü her şeyden daha güzeldir ışık.. Sakınmasızlığı, teşhirciliği bundan..

Mutluluk hep köşeden "U" dönüşü yapıyor.. U/mutluyuz..

Benim tek derdim esaretim.. Göğünden büyük kuş büyüten cesaretim..

Bembeyaz kanatları acı katranlarına bulanmadığı sürece gezilmedik yerini bırakmayacak bu çiçekli bahçenin, uçarı düşüncem benim.. Ve onun değerek acıttığı her manayı şefkatin incecik parmakları saracak..

Bütün renkler denenmişti.. Hepsini beyaza gömdük.. Kalem, iki boyutlu kıtlığı çizerken, beyaza değdiği her yerde renkler siyah siyah kanadı..

Kara değil sadece ışıksız gece..

Gece mi yürür üstümüze üstümüze,yoksa eteklerini toplayarak giden gün müdür?

Ölüm mü dayanır alacaklı gibi kapımızaYoksa geçip giden uçarı bir ömür müdür?

Zaman sinsi bir soğukkanlılıkla biriktirirken sessiz evetlerimizi, sükut çoğu zaman ikrardan değil anlayamamanın verdiği şaşkınlıktan doğar.. Kim bilir hangi ucundan kaptı rüzgar eteğini, sirke suratlı dertlere doğru çekiştirirken; kim bilir kaç serap... özlenir durur üvey yaşantılarda, hiç tanışamadığı mutluluk çölünü..

Yalnızlığın gün görmüş, görmemiş bir sürü yüzü ve tanımı vardır kuşkusuz.. uçsuz bucaksız bir beyazlık kadar tanıma açık, soğuk ve üşüyen.. Sadece aşkın ısıtıp, terleyen bir kar tanesine dönüştürebildiği.. Metamorfoz..

Bana ışık, bana zaman, bana aşk..bana her şeyi verdin.. verdin de biliyorum..bir cımbızım olmadı.. olamadı çekip çıkarmaya hayatı..çıkarmaya katran gibi bir olmak batağına saplanmış..

'Aydın'dan 'aydın'a fark var.. Kendi ışığını yayana da, sadece kaza eseri aydınlıkta bulunup üzerine düşen ışığı zavallı pütürlerince yansıtana da 'aydın' diyoruz.. Oysa ışık tektir ve onu yansıtma kapasitemiz tamamen kendi ham maddemizin yapısına bağlıdır..Yaşlandıkça kuruyoruz..

Her şey geçer.. Boyayarak, sürtünerek, gıdıklayarak, acıtarak, bakarak.. Bir şekilde hayatına değerek..

Açlık, diğer bütün güdüleri yer..

Şu ikinci şahsa yazılan bol vaatli, ağlak ve muallak dizeler neden bu kadar sahte, yavan ve sıkıcı geliyor bana.. Bir ölümlüyü asla ilahlaştıracak denli sevemeyeceğimi, sonsuzluğu bir noktaya sıkıştıramayacağımı anlıyorum.. Yanılıyorum belki de.. Hem, zaten Aşkı da yedi kat göğün en yükseğine çıkmaya merdiven olsun diye istemiştim..

InSANcıl bir emin olamama SANcısı.. Tek ilaç Hissetmek..

Susuzluğunu giderenin adının su olduğunu bilmesen bile içtiğinde susuzluğunu gidermesi gibi..Ortada bir balon var; adını "olmak" koyalım..İçinde, özel koşullar sağlanınca sıvıya dönüşebilen bir gaz olduğunu düşünün;"Sanmak" balonun içindeki gazı içine çekip varlığını hissetsen bile tadından emin olamamaksa; "hissetmek" o gazın sıvı halini içmek ve susuzluğunu gidermektir..

Katmer katmer uyanışların bir yarım uyanmışlığında konuşlanırken, su üstüne yazılan yazıların algılanıp, vesaik mukabili yaşamların katı kontörlerinin kapının önünde bırakılacağı yepyeni bir gün, yepyeni bir uyanışın yaklaşmış olabileceğini kim inkar edebilir..

Hem sen, sen değilsin, hem yoksun; iki kere yastayım..

Önemli olan hangi mevsimin, hangi yolundan, ne kadar zamanda yürüdüğün değil.. Yolu nasıl yürüdüğün, yolun sonunda nereye vardığın da değil.. Çünkü yollar da, mekanlar da, zaman da geçicidir.. Kalıcı olan sensin! Ve, yolun sonunda senin ne olduğun önemli olan..

Özgürlük kuşunun kanadına sevginin taktığı bu kurdele.. Pek şirin, pek güzel ama kanat çırptırmamak gibi bir yan etkisi var..

Önce gözünü, sonra gözünün önündeki perdeyi aç..Açmadan bilemezsin arkasında ne var; ne kadar gerçek, ne kadar oyuncak..Şöyle derin bir yaşamak yut; tükürür gibi öfkeyle hepsini bırak..Ve işte orada; tut ucundan usulca sallansın perde, olmaktan hiçliğe doğru kıvrak kıvrak..Şimdi yapamasan bile, inan son nefesinle kaldıracaksın perdeyi, Azrail'in gözlerine bakarak..

Her şey çokuncu el..

Kara bulut! istenmeyen misafiri göğün, pis uğursuz

Maviyi örtmenin utancıyla der; "varım ben de!", fütursuz..

Aşkındır aslında şefkatinde bazen güneşten bile fazla;

Feda eder yeryüzüne damladan bebeciklerini, tükenip yok olsa da, hazla..

Söz söyleme mevsimi değil artık, bildim..Bir kerecik gülümseyince aşk Fizan'dan;Yere göğe yazdığım bütün yeminlerimi sildim..

Aşk bizim kayıp ülkemiz.. Aşk'ı bekleyen Hüsn.. Yolcusunu özleyen yol.. Görülmeyi dileyen güzellik..

Olmayan bir problemin çözümünü arıyorsak çözümsüzüzdür..

Beynin ukala kıvrımlarına yakıştırılamazken bir damla kırmızı kan;

En kansız düşünceleriyle hiçliğin hangi yüzsüz yüzeylerini boyayabilir insan!?

Kiloyla değil, yarım yarım satsalar ya şu elmaları, seçemiyorum..

Ne yapılır bu 'gerçek' denen şeyle? Yenir mi, içilir mi, yaşamın üzerine mi serpiştirilir, gardrobun en tenha köşesine mi saklanır, çantaya cebe atılıp doğum gününde hediye almayı unuttuğun arkadaşlara mı verilir, ne yapılır?!Karanlık bir dere gibi sızıyor ölüm, ıslı ve ıssız yollarına hayatın..

Gelen ölüm değil, giden yaşamak aslında..Işık oyunu.. "Ölüm de var" mı ki sahi? Dışardan bakanlar için görmeye alışık oldukları fazdaki ışığın yokluğu sadece.. Son derece göreceli..

Objeler değişir, aşk değişmez.. Gönlümüzün asıl susuzluğunu çektiği aşk şekilden de, nakıştan da uzaktır.. Ona erişmek uğruna suretler parçalanır, hayatlar harcanır; şuurluyken öfkeden, şuursuzken yanlış anlamaktan..

Bu dünya düzleminde bilginin ham maddesi farklı.. Kolay öğreniyoruz ama kolay unutamıyoruz.. Bilmemenin masum, yumuşak beyaz evreninden, bilmenin çok renkli, sert şekilli ve yoğun evrenine dalarken ne kadar akıllılık ediyoruz?

Beyazın küstahlığı, siyahın utangaçlığında saklı..

Ruha doğunca güneş, yırtar gecenin perdesini yırttığı gibi, ölümün perdesini de!

Gözümüz tok çıt kırıldım aynalara; serini de, sırrını da veren, kırılmaz dosttur bizim aynamız..

Kopan bir zemberek daha kaç kere kopartır kendini?Bıçağı bıçakla kanatmaya, kanı kırmızıya boyamaya ne hacet!Çılgınlığı bayrağına asmış bir deli kurbağaları tersinden vıraklatır..

Ah ne yorucu şey anlamsızlık içinde cılız anlama bakmak! Gönül gözüme kapak olur musun ey aşk!

Ludus değil ki elma armut deyince ortaya çıksın! Olsa olsa Azrail'le satranç oynar Agape..

Madem sadece bir kez öleceğiz.. Neden olmasın!..

Gün/düz geçiyor.. Gece kıvrımlı..

Biz hep bu vakitler tutunuruz yıldızlar kadar parlak, gece kadar karanlık saçlarına sevdanın.. Cennete giden yollar gibi uzanan, uzanan üstümüze..

Dünya benim dünüm.. Yarınsızdır günüm..

Topraktır özüm; cesetler alır güller veririm en yedivereninden..Şaşkın İblis! elmayı bile sana iş çıksın diye yedim ben!

Sermin Çalışkan - 2009

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder